FÂTIH SULTAN MEHMED DEVRI
(II. MEHEMMED)
Kaynaklarin, âdil, akil, heybetli, cesaretli, idrak sahibi, iyi giyimli, kadirsinas, âlimlerin dostu, sairlerin hâmisi, hakka kail ve maarif erbabina meyilli bir pâdisah olarak tavsif ettigi Fâtih Sultan Mehemmed Han, tarihin kayd ettigi büyük sahsiyetlerin basinda gelir. Bu bakimdan onun, sahsiyet ve karekterini oldugu gibi bütünüyle ortaya koymak çok zordur. Çünkü o, beser kudretinin ulasabilecegi en yüksek noktalara çikmis ve kendinden önce veya sonra gelmis olanlarla mukayese edilemeyecek derecede büyük bir hüviyet kazanmisti. Onun, Manisa'da geçirdigi ikinci sehzadelik devresi, gerek sahsi, gerek Osmanli Devleti için çok verimli ve faydali olmustu. Zira, 5 yil süren bu dönemde o, sahsiyetini olgunlastiran ciddi bir çalisma ve fikrî faaliyet içinde bulunmustu.
Bu bes senelik müddet zarfinda o, bir yandan akademik bir faaliyet devresine girerek liyakatli hocalarin refakatinda malumatini genisletmis, felsefe ve riyaziye (matematik) okumustu. Döneminin önemli iki dili olan Arapça ve Farsça'yi ana dili gibi ögrenmisti. Bu meyanda o, Latince, Yunanca ve Sirpça ögrenme imkânlarini da bulmustu. Tarih, cografya ve askerlik bilgisine de iyice vâkifti. Bir yandan da dünya cihangirlerinin biyografilerini dikkatle tedkik ederek her birinin dogru ve yanlis taraflarina parmak koymustu. Böylece, yasanmis tarih maceralarinin muhasebe ve yekûnu, onu, plan ve sistem fikrinin lüzumuna esasli bir sekilde inandirmisti.
Devletin, gelecekteki ihtiyaçlarini karsilamak yolunda kendini geregi gibi hazirlamak için gece uyumamis, gündüz dinlenmemis, hayatinin bir solugunu dahi bos geçirmemis olan genç sehzâde, hesapli ve sistemli gelecegin genç fâtihi, saltanatinin devaminca, daima baslanacak bir isin plani ve bitecek bir isin endisesi ile yorulacakti.
Babasi, II. Murad'in vefati üzerine 16 Muharrem 855 (18 Subat 1451) Persembe günü Edirne'de Osmanli tahtina geçen II. Mehmed'in dogum tarihi 27 Receb 835 (30 Mart 1432) olarak kabul edilmekle birlikte, buna yakin farkli tarihler de verilmektedir. Dogum tarihi hakkinda farkli görüslerin bulunduguna temas edilen Fâtih Sultan Mehmed'in annesinin kimligi hakkinda da degisik görüsler bulunmaktadir. Bu farkli görüsler, Batili yazarlarca öne sürülmüslerdir ki, kaynaklarimiz bu görüslerin tamamini reddedecek sekilde açik ve net bilgiler vermektedirler. Zira kaynaklarimiz, konuyu, II. Murad'in evliliginden itibaren takib ederler. Nitekim kaynaklarimiz, Fâtih Sultan Mehmed'in annesinin Müslüman Türk oldugu ve Isfendiyar Beyi'nin kizi veya torunu oldugu, isminin de Hüma Hatun oldugunu belirtirler. Ayni sekilde Ismail Hami Danismend de Bursa mahkeme (ser'iyye) sicillerine dayanarak konuyu tafsilatli bir sekilde ele alarak söyle der:
"Fâtih'in annesi olarak gösterilen Türk prensesi, Kastamonu ve Sinop'ta hüküm süren Candarogullari hanedanindan Isfendiyar Bey'in kizi veya torunu Halime, veyahut Hatice Hatun'dur. Ikinci Murad'in bu kizla izdivaci hicretin 827 (m. 1424) yilindadir." Müellif, arastirmasinda bu ihtilaflarin sebeplerini de açiklar. Ama konuyu fazla dagitmamak için biz bunun üzerinde fazla durmayacagiz. Bununla beraber yeni arastirmalarin ortaya çikardigi gerçek isim ve hüviyeti ile ilgili bilgiyi aynen nakletmeden geçemiyecegiz. "Daha sonralari Bursa mahkeme sicillerinde yapilan tedkiklere göre Fâtih'in muhterem annesi, Hüma Hatun'dur. Bu bahtiyar kadinin türbesi Bursa'da Muradiye Câmii'nin sark tarafinda müze idaresince istimlak edilen bir bahçe içindedir. Câmiden çarsiya dogru gidilirken bu zarif âbide, câmiden yüz metre kadar ilerdedir. Memduh Turgud Koyunluoglu'nun Bursa Halkevi nesriyati içinde çikan "Iznik ve Bursa Tarihi"nin 152-153. sayfalarinda "Hâtuniye Künbedi" ismiyle bahsedilen bu türbeyi Fâtih, babasi Sultan Ikinci Murad daha hayatta iken ölen annesi için hicrî (m. 1449) tarihinde, yani Istanbul'un fethinden dört sene evvel yaptirmistir. Kitabesi Arapça'dir.
Bu kitâbenin en büyük kiymeti, Fâtih'in annesinin yabanci rivayetlerde iddia edildigi gibi Istanbul'da medfun olmayip türbesinin Bursa'da bulundugunu ve yine ayni yabanci masallarinda iddia edildigi gibi Hiristiyan olarak öldügü için türbesi kapali olmayip, Müslüman oldugunun kitâbe ile sabit oldugunu artik hiç bir tereddüde imkân birakmayacak bir kesinlikle ortaya koymasidir. Yalniz kitâbede bu Hatun'un ismi yoktur, ancak bu da Bursa mahkeme sicillerinin 31,201 ve 370 sayili defterlerinin 35, 64 ve 40. sayfalarinda bulunmustur. Fâtih'in annesinin ismi Hümâ Hâtun'dur.
FÂTIH'IN CÜLÛSU VE KARAMAN SEFERI
Fâtih diye tarihe geçen ve Türklerin yetistirdigi en büyük sahsiyetlerin basinda gelen Sultan II. Mehmed, Manisa'da sancak beyi bulundugu sirada, babasi, Edirne'de vefat etmisti. Vezir-i azam Çandarlizâde Halil Pasa, bu ölümü gizli tutarak durumu Manisa'da bulunan genç sehzâdeye bir ulakla bildirir. Edirne'den yola çikan ulak, üç gün sonra ölüm haberini Manisa'ya getirir. Bizans tarihçisi Dukas, bu haberlesmeyi su ifadelerle dile getirerek o dönemde bile Osmanli Devleti'nde posta vazifesi gören ulak (tatar)larin nasil sür'atli yol aldiklarini ve gizlilige nasil riayet ettiklerini anlatir:
"Subatin besinci günü bir ulak, kuvvetli kanatli kartal kusu gibi Manisa'ya geldi ve Mehmed'e iyice mühürlenmis bir mektup verdi. Mehmed, mektubu açip okuyunca, babasinin vefat ettigini gördü. Mektup, Halil ve diger vezirler tarafindan imza olunmus bulunuyordu. Mektupta babasinin vefatini yazdiklari gibi, vakit kaybetmeksizin ve mümkün ise Pigasos (mitolojide kanatli atlara verilen bir isim) cinsinden uçar bir ata binip, pâdisahin vefati, civar milletlerce duyulmadan evvel, Trakya'ya gelmesini yaziyorlardi. Mehmed, mektupta yazilanlara uygun olarak hemen çok (sür'atli) kosan Arap atlarindan birine atladi ve sarayi erkânina: "Beni seven armamdan gelsin" dedi. Önünde sarayindaki kullarindan okçular ve çabuk yürüyenler, iki yanlarinda kahraman dilâverler yaya olarak ve kiliç takinanlar ile mizrakli süvariler arkadan geliyorlardi. Bu suretle tertip olunan alay, iki günde Manisa'dan Bogaz'a vararak, Gelibolu Bogazi'ni geçtiler. Mehmed, maiyetinden geride kalanlarin gelebilmeleri için Gelibolu'da iki gün daha bekledi. Bu arada Edirne'ye bir ulak göndererek, Gelibolu Bogazini geçtigini bildirdi. Halkin bas kaldirip karisikliklarda bulunmamasi için, yeni pâdisahin Gelibolu'da bulundugu her tarafa yayildi." Gelibolu'dan hareket eden genç pâdisah, Edirne'ye ulasmakta pek acele etmedi. Sehrin disinda vezirler, beylerbeyiler, sancakbeyleri, ulema ve ordu tarafindan karsilandi. Lehinde büyük tezahüratlar yapildi.
Fâtih Sultan Mehmed'in, babasinin ölüm haberini almasi ve Manisa'dan hareket etmesi yeni arastirmalarda su sekilde verilmektedir:
"Vezir-i a'zâm, kimseye duyurmadan acele Manisa'ya ölüm haberini eristirdi. Yedi gün sonra haberi alan Sultan Mehmed, yaninda atabegi Sehabeddin Pasa oldugu halde, sür'atli bir sekilde hareket ederek iki günde Çanakkale Bogazi'na geldi. Bizans'in bogazlari kesmeleri ve Orhan'i 1444 yilinda oldugu gibi Rumeli'de serbest birakmalari uzak bir ihtimal degildi. Genç Sultan, Gelibolu'ya geçmeye muvaffak oldu. Bundan sonra onun, o derecede telas ve endise etmedigini görüyoruz. Gelibolu'da babasinin ölümü ve yeni pâdisahin geldigi haberi yayildi. Chalkondyles'in sözünü ettigi Edirne'deki yeniçeri ayaklanmasi, yeni Sultan'in, Gelibolu'ya varmasindan sonra olmalidir. Buna göre Yeniçeriler, sur haricinde toplanip sehri yagmaya hazirlanmislardi. Ancak Çandarli Halil'in büyük otoritesi ve enerjisi sayesinde büyük bir kargasanin önü alindi. Halil, kalan kapikulu askerleri ile alelacele topladigi kuvvetleri, bunlarin üzerine sevk ederek, silahlarini birakmazlarsa kiliçtan geçirileceklerini, yeni sultani beklemelerini ve o geldikten sonra kendilerine ihsanda bulunacagini söyledi. Asker "Çandarli'ya olan hürmetleri dolayisiyla" isyandan vazgeçti. Bunun akabinde Sultan Mehmed, pâyitahta girerek tahta oturdu ve yeniçerilerden sadakat yemini aldi.
Bu rivayetteki unsurlar, olaylarin gelismesi ile tam bir uygunluk halindedir. Halil Pasa'nin, yençeriler üzerindeki nüfuzu, Sultan Mehmed'in ancak onun müdahalesinden sonra tahta gelip yerlesebilmesi, bilhassa kayda deger. Yeni Sultan adina vaad edilen bahsis ise, yeniçeriler tarafindan, Karaman seferinde adeta tehdidle alinacaktir.
Babasinin ölümünden onbes gün sonra Sultan II. Mehmed, Osmanli ülkesinin pâdisahi sifatiyla Edirne'de ikinci defa tahta çikti (16 Muharrem 855/18 Subat 1451).
Sultan Murad'in zamansiz ölümü ve oglu Mehmed'in tahta geçmesi sonucunda devletin iç ve dis siyasetinde bir degisikligin olmasi bekleniyordu. Sultan Ikinci Murad'in ölümünden sonra hükümdar olarak Edirne'de gördügümüz müstakbel Istanbul Fâtihi, inzibatli ve sistemli bir hazirlik ile manevî bir olus devresinin suurunu tasiyarak artik is basinda bulunuyordu.
Osmanli devlet teskilâtinda da, büyük ve köklü degisiklikleri yapacak olan genç hükümdarin büyük talihi, devlet otoritesinin politika ahlâkini kuran ve kontrolü altinda tutan âlimlerden mürekkep müsavir kuvvetlerle kendi kendini çevrelemis olmasi idi. Zira bu zümre, bagli bulunduklari prensiplerin müdafaasini, imanlarinin geregi bildiklerinden, pâdisahlik makamina karsi serdengeçti bir pervasizlikla daima medenî cesaret gösterirlerdi. Iste hükümdarin karar ve hareketlerinin tosladigi duvar, bu salâbet ve müeyyideler sistemi idi.
Dünyanin hiç bir devrinde, hiç bir idarenin bas çeviremeyecegi bu mücahidler sinifi, kendi prensiplerinin sasmaz ölçüleriyle, hükümdarlik makamina karsi bir tasfiye cihazi vazifesini görmüslerdir. Devrandan nimet beklemedikleri ve dünyanin varligindan sâd, yoklugundan ise nâsâd olmadiklari için, kimseden çekinmemis, kendilerini kimseye borçlu ve zebûn hissetmemekle de hürriyetlerini kimseye bagislamamislardir.
Iste genç hükümdar, çocuk yasindan itibaren böyle bir muhit ve bu anlayista bir hoca ve müsahib kadrosu tarafindan çevrelenmistir. Bunlardan Molla Hüsrev, Molla Güranî, Hocazâde, Hizir Bey Çelebi, Ali Tusî, Molla Zirek, Sinan Pasa, Molla Lütfi, Fahreddin-i Acemî, Hoca Hayreddin gibi ilim, irfan ve san'at erbabi, feyzine feyz katarak fikrî ve edebî istiklâlini hazirlamis, bir yandan da baraj vazifesiyle coskun ve taskin kararlarinin demlenip durulmasina hizmet etmislerdir.
Su kadar var ki, bu halkanin tam merkez yerinde, hepsinden imtiyazli ve hepsinden cesaretli bir hocasi daha vardi ki, tek basina gözünü hükümdara dikmis olan bu meydan erinin adi Ak Semseddin idi.
Sultan Mehmed, tahta oturur oturmaz durumun nezaketini kavramis ve bu sebeple babasinin vezirlerini yerinde birakmisti. Inalcik, Mehmed'in cülûsu ile Vezir-i a'zam Halil Pasa'nin rakiplerinin, iktidara geldiklerini söylemektedir. Bu konuda Bizans tarihçisi Dukas asagidaki ifadeleri kullanarak mevzuya bir açiklik getirir: "Mehmed, tahtina oturdugu sirada bütün valiler ve babasinin vezirleri, Halil Pasa ile Ishak Pasa, karsi tarafta uzakta duruyorlardi. Kendi vezirleri ise Hadim Sahin (Sehabeddin) ve Ibrahim, âdet vechiyle pâdisahin yaninda yer almislardi. O zaman Sultan Mehmed, kendi veziri Sahin'e sordu: "Babamin vezirleri neden uzakta duruyorlar? Bunlari çagir ve Halil'e eski yerini almasini söyle. Ishak da Anadolu ordulari komutanlari ve esrafi ile beraber, babamin cesedini Bursa'ya gömsünler. Sark vilayetlerinin (Anadolu Beylerbeyi) de idaresine nezâret etsin" dedi. Vezirler, pâdisahin bu sözünü duyunca hemen kosarak usûlleri vechiyle pâdisahin elini öptüler. Bu suretle Halil basvezir oldu. Ishak da Murad'in cenazesini alarak birçok esraf ve âyâniyle beraber ve büyük bir intizam içinde Bursa'ya gitti. Cenazeyi orada kendisinin hazirlatmis oldugu türbeye defnetti. Bu cenaze alayinda fukaraya pek çok paralar verildi."
Genç pâdisah, tahta çikar çikmaz devletin hududlarinda tehlikeler bas göstermeye basladi. Ilk defa, henüz bir çocuk olarak tahta çiktigi zamanki buhranli durumlar tekrarlanmak üzereydi. Enverî (Düstûrnâme, s. 94) bu durum için "Fitne ve âsûb doldu her diyar" diyerek durumun vehametini ortaya koyar. Gerçekten de Anadolu ayaklanmisti. Karamanoglu Ibrahim Bey harekete geçerek, Fâtih'in babasi Murad tarafindan ele geçirilmis bulunan yerleri zaptetmis ve Alaiye üzerine yürümüstü. Ibrahim Bey, Bati Anadolu'da, Sultan Ikinci Murad'in son defa ortadan kaldirdigi beylikler için, Karaman'dan gönderdigi saltanat davasi güden iddiacilar, Aydin, Mentese ve Germiyan'da faaliyete geçmislerdi. Bu konularda fazla tafsilata sahip olmamakla beraber, Anadolu Beylerbeyi'nin bunlarla ugrasmak zorunda kaldigina bakilirsa bu hareketler ilk etapta basarili olmuslardi denebilir. Öyle anlasiliyor ki, Anadolu'da durum endise verecek bir boyuta ulasmisti.
Genç hükümdar, bu müskül ve sikintili durumda, ister istemez babasinin baris politikasini sürdürmek zorunda kalacagini anlamisti. Bu bakimdan. Anadolu'yu kurtarmak için, batida birçok fedakârliklarda bulunmak zorunda kaldi. Böylece, o tarafi (bati sinirlarini) emniyete alarak barisi saglamaya çalisti. Gelen Sirp elçisinin istekleri kabul edildi. Despot'un, Sultan Murad'la yaptigi "Yeminle musaddak" muahede ve ittifaklari yenilemeye razi oldu. II. Murad'in resmî müsaadesiyle 1449 yilinda Bizans tahtina geçmis olan eski Mora Despotu Konstantin de, yeni pâdisahin durumundan azamî sekilde istifadeye çalisti. Fâtih, tahta geçince, Konstantin hem tebrikte bulunmak, hem de eski andlasmalari tastik ettirmek için bir Bizans elçisi gönderdi. Yeni Sultan, barisi teyid ve eski ahidleri tastik ettigi gibi, ayrica, yaninda bulunan Osmanli saltanatinin müddeisi, Orhan'in masraflarina karsilik, Bati Trakya'da Karasu irmagi üzerindeki yerlerin hasilatindan yilda, 300 bin akça isteyen imparatorun bu dilegini de kabul etti.
Gelecegin Istanbul Fâtihi'nin bu sekildeki hareket ve davranislari, onun iyi bir diplomat oldugunu göstermektedir. Bu bakimdan, Edirne'deki cülûsu esnasinda, Bizanslilara karsi mültefit davranmasinin elbette bir sebebi ve mânâsi vardi. Onun, o zamandaki düsüncelerine yaklasmak ve onlari kesfetmek pek güç bir is olmakla beraber, muhtemelen Fâtih, henüz hazirlikli bulunmadigi su siralarda, Bizans'in tesviki ile Hiristiyan milletlerin kendisine bazi engelleri çikarabileceklerini hesaba katarak Bizans'la dost kalmayi uygun görmüstür. Ilk defa hükümdar oldugu zaman, çocuklugundan faydalanmak üzere Hiristiyan milletlerin nasil harekete geçmis olduklarini hiç süphesiz unutmamis olan genç pâdisah, herhalde yine böyle bir durumla karsilasabilir endisesiyle olacak ki, simdilik bu sekilde davranmayi uygun görmüstü. Öyle anlasiliyor ki Fâtih, Bizans hakkinda baska türlü düsünüyordu. Ancak henüz tahta çikmis olan bu gencin, etrafini ürkütmemesi gerekiyordu. Böyle bir davranis tabii bir hareketti. O da öyle yapti. Onun için Karaman seferi esnasinda kendisine yapilmis bulunan teklifleri sukûnetle dinlemis ve onlari kabul eder bir tavir takinmisti. Fakat Karamanoglu Ibrahim Bey itaat altina alinir alinmaz is degismis ve bu seferin dönüsünde pâdisah, Rumeli Hisari'nin yapilmasini emredecektir. Bu hisarin yapilisi, Bizans'a yersiz isteklerinin güzel bir cevabi idi. Böylece Bizans, yakin gelecekte ne gibi bir tehlike ile karsilastigini ancak o zaman idrak etmis ve hemen agiz degistirerek kuvvetli hasimlari karsisinda her zaman yaptigi gibi, bu sefer de yalvarmak, bunu yapamayinca da igfal etmekle durumunu kurtarmaya çalismistir. Bu bakimdan, hisarin yapilmak istendigi yerin, Galatalilara ait oldugunu ileri sürerek meseleyi diplomatça halletmeye çalismis ise de, Fâtih'in verdigi cevap, hem susturucu hem de oksayici olmustur. Anlasma geregince genç pâdisah, Istanbul kusatmasi müddetince Galata Cenevizlileri ile dost kaldi. Hatta Galatalilarin, gizliden gizliye Bizanslilara yardim ettiklerini bildigi halde bunu, açiga vurmayi menfaatlerine uygun bulmadi. Istanbul alinincaya kadar onlarin bu sekildeki düsmanca hareketlerine göz yumarak onlari görmezlikten geldi. Halbuki Istanbul'un fethini müteakip günlerde, Galatalilar için, kendi bahs ettiklerinden baska hiç bir hukuk tanimayarak, orayi da dogrudan dogruya Türk topraklarina bagladi.
Ülkesinin, içinde bulundugu nazik durum sebebiyle, düsmanlari ile olan eski antlasmalari yenilemeyi uygun gören genç hükümdarin bu davranisi, Avrupa tarafindan yanlis bir sekilde degerlendirilmisti. Bunun için de Avrupa, onun hakkinda yanlis fikirler beslemekteydi. Onun, devletlerle olan muahedeleri yenilemesi ve onlara karsi yumusak davranmasi böyle bir fikrin ortaya çikmasina sebep olmustu. Zira onlara göre, birkaç defa tahtindan mahrum edilerek Manisa'ya gönderilen Sultan Murad'in bu genç sehzâdesi hakkinda Bizans'ta ve bütün Avrupa'da acele hükümler verilmis ve o, kabiliyetsiz bir delikanli olarak taninmisti. Bundan dolayi Sultan Murad'in ölümü ve Fâtih'in tahta çikisi her tarafta büyük bir memnuniyet uyandirmisti. Çünkü bu delikanlinin beceriksizligi yüzünden, Osmanli Devleti'nin kendiliginden sona erecegi hülyasi, Avrupa'da tekrar kök salmaya baslamis ve Hiristiyanlik âleminin kuvvetlerini, birlikte ve sür'atle hareket etmeleri lazimgelen bu devrede, tamamiyle felce ugratmisti. Aslinda yeni ve genç hükümdar da Avrupa'da böyle bir fikrin yayilmasini istiyordu. Onun yumusak tavri, onlarda böyle bir düsüncenin meydana gelmesini saglamisti. Bu yüzden hiç kimse, Osmanlilara karsi harekete geçmeyi düsünmüyordu. Yalniz Franciccus Phlelphus bu düsünce ve fikirde degildi. O, Sultan Murad'in ölümünü takib eden günlerde, Osmanlilar ve onlarin devleti hakkinda fikirlerini kaleme aldigi bir mektupla Fransa krali VII. Charles'a bildirmisti. Avrupadaki mevcud fikirleri, pesin hükümleri ve yanlis düsünceleri aksettiren bu mektubunda Phlelphus, Fransa kralina öbür Hiristiyan devletlerin basina geçmesini ve Osmanlilara karsi yürümesini istiyordu. Çünkü ona göre Osmanlilarin kudreti çoktan kirilmisti. Harbe sokabilecekleri kuvvet olsa olsa 60 bin kisi olabilirdi. Baslarinda da harp görmemis, tecrübesiz, sefih, kadinlara düskün ve budala bir delikanli vardi. Phlelphus, bu kadarla da yetinmiyor, Fransa kralinin takib edecegi yolu bile gösteriyordu. Ona göre uygun bir rüzgârla Hiristiyan ordusunun bir günde Tarent'den Peleponez'e geçecegini, Mora despotlarinin, bütün kuvvetleriyle bu orduya katilacagini, Arnavutlarla Italyanlarin bu orduyu destekleyecegini ileri sürüyordu. Böylece, çok kisa bir zamanda Türklerin Avrupa'dan kovulacagini, hatta Asya'da Müslüman hakimiyetinin kirilacagini iddia ediyordu.
KARAMAN SEFERI
Her firsatta, Osmanlilara karsi hasmâne (düsmanca) bir tavir içine giren Karaman Beyligi, yasadigi müddetçe, Osmanli Devleti'ne karsi mümkün olabilen bütün fenaliklari yapmis, "Hiristiyanligi takviye ederek Müslümanligi zaafa götürmeye" çalismisti. Yildirim Bâyezid'in müthis pençesi altinda bir an ezilmeye mahkum olan bu beylik, Yildirim ile Timur (Timur-i bî-nûr) arasindaki mücadele ve Yildirim'in maglubiyeti ile sonuçlanan Ankara Savasi'ndan sonra tekrar meydana çikarak, gerek Çelebi Sultan Mehmed zamaninda, gerekse Ikinci Murad dönemlerinde durmadan Osmanlilar aleyhinde faaliyette bulunmustu. Fâtih'in, küçük yasta tahta çikmasini firsat bilen bu beylik, Orta Anadolu'da yine bir gaile meydana getirmeye çalismis ise de, genç hükümdarin çok sür'atli hareket edisi, buna imkân birakmamisti. Ancak, Fâtih biliyordu ki, Karamanlilar, bir firsat vukuunda tekrar ortaya çikacaklardi.
Gerçekten, genç hükümdarin ilk gailesi, yine Karamanoglu'nun, Anadolu'daki diger beyliklerle elele vererek bir talih denemesine daha kalkismasi olmustu. karamanoglu Ibrahim Bey, bu defa da saltanat degisikliginden istifade etmek istedi. Bu yoldaki gâye ve düsüncesini gerçeklestirebilmek için de Venedik Cumhuriyeti ile bir anlasma yapti. Alaiye'ye giderek Venediklilerle irtibat kurmak istedigi gibi, Anadolu beylerinin ogullarindan bazilarina da kuvvet vererek onlari, Osmanli hududlari içine gönderdi. Bunlar, Germiyan, Aydin ve Mentese beylikleri idi.
Kaynaklarimiz bu konuda su bilgiyi verirler: Karamanoglu, birkaç haramzâde tutup, her birini bir taifeye serdar edüp, biri Germiyanogludur diye Kütahya üzerine, biri Menteseogludur diye Mentese yöresine, biri de Aydinogludur diye Aydin vilayetine göndermisti. Bunlar, o vilayetleri talan edüp halka karsi olmadik iskenceler yapip, salginlar saldilar. Kendisi de edepsizlik ve sirrette yardimcilari olan adamlari ile Alaiye üzerine yürümüstü. O günlerde Özgüroglu Isa Bey, Anadolu Beylerbeyi idi. Karamanoglu'nun uygunsuz davranislarini ve cezalandirilmasi gereken islerini tahta (Pâdisah) arzetmis, Karaman'la savasmak için izin istemisti. Genç hükümdar, Isa Bey'in böyle zor bir hizmeti basaramayacagini düsünerek onu görevinden alir. Bosalan bu göreve Vezir Ishak Pasa'yi tayin eder. Anadolu Beylerbeyi olan Ishak Pasa, bas kaldiran bu kalabaligi dagitmak üzere öncü olarak gönderilir. Pâdisahin kendisi de devlet ve ikballe Gelibolu Bogazi'ndan geçip Bursa'ya gelir.
Genç hükümdar, Karamanoglu Ibrahim Bey'in, bu faaliyetleri ile kendisine bagli olan Aksehir, Beysehir ve Seydisehir gibi yerleri isgal etmesi üzerine, ilk seferini Karamanoglu üzerine yapmak zorunda kaldi. Bu arada bir taarruza maruz kalmamak için Rumeli Beylerbeyi olan Dayi Karaca Pasa'yi, Rumeli askeri ile Sofya'da birakti. Sultan Mehmed, Ishak Pasa'yi Karaman'a dogru gönderirken, kendisi de onu takip etmeye basladi. Bursa yolu ile Karaman topraklari üzerine hareket ettigi zaman, veraset iddia ederek ayaklanmis olanlarin tamaminin Karaman'a iltica ettiklerini isitmisti. Yasli Ibrahim Bey ise artik her seyden ümidini kesmisti. Isyan için kiskirttigi bütün elemanlar, hareketten kalmis, Fâtih'in geldigi yerlerde de halkin ona tabi oldugunu görmüstü. Bu durum karsisinda Taseli daglarina çekilmek zorunda kalan Ibrahim Bey, oradan, suçunun bagislanmasini istemek ve barisi saglamak üzere bir mektupla Molla Veli'yi pâdisaha gönderir. Ayrica, sulhun yapilabilmesine tavassutta bulunmalari için pâdisahin vezirlerine çok miktarda hediyeler yollamisti. Filhakika vezirlerin "ve ulema ve eimme ve mesayih"in sefaatiyle pâdisah sulha razi oldu. Yapilan anlasmaya göre Aksehir, Beysehir ve Seydisehir tekrar Osmanlilara birakiliyor, seferlerde de bir miktar Karaman askeri bulundurulacagi taahhüd ediliyordu. Yine bu anlasmaya göre Ibrahim Bey, kizini da pâdisaha verecekti. Fakat Fâtih'in böyle bir evliliginin olduguna dair kaynaklarimizda bir bilgiye tesadüf edilememektedir.
Öyle anlasiliyor ki, ta Edirne'den kalkarak Anadolu ortalarina kadar gelen pâdisahin, Karamanoglu isine bir son vermeden barisa riza göstermesi, vezirlerin sefaatinin bir sonucu olmasa gerekir. Ç ünkü her firsatta, Osmanliya karsi olan düsmanligini açiga çikaran ve düsmanca hareketlerde bulunan Karamanoglu için Fâtih, hiç te iyi düsünmüyordu. Onun, Karamanoglu hakkinda:
"Bizümle saltanat lafin idermis ol Karamanî
Huda fursat verirse ger kara yire karam âni"
demesi, onun Karamanoglu hakkinda nasil düsündügünü göstermektedir. Zaten o, Karaman Beyligi'ni ortadan kaldirmak emeli ile sefere çikmisti. Bu durumda, ele geçen bu firsat aninda onu ortadan kaldirmasi gerekirken, birdenbire barisçi bir sekilde hareket etmesinin elbette bir sebebi olmalidir. Gerçekten de hadiseler, Karaman seferinde zaman kayb etmesine müsait görünmüyordu. Çünkü en küçük firsatlardan bile faydalanmayi ihmal etmeyen Bizans, yine kipirdanmaya baslamisti. Zira, daha önceki anlasmaya göre, kendilerine Çorlu'dan berisi birakilmis ise de Bizanslilar, bu sefer esnasinda Fâtih'i rahat birakmamislar ve ortada bir sebep yokken onu tehdid etmek istemislerdi. Bunu da Osmanli ordusunun Frikya'da bulundugu bir sirada, elçilerin ordugaha gelmesi ile açikça ortaya koymuslardi. Bu sartlar altinda genç hükümdar, Karamanoglu'nun tekliflerini yeterli bulmak zorunda kaldigi için barisa riza göstermisti. Çünkü o, hem Bizans'in uygunsuz bir zamanda harekete geçip taht ve saltanat müddeisi olan Orhan'i serbest birakmasindan, hem de Hiristiyan dünyayi onun aleyhinde harekete geçirmesinden endise ediyordu. Ayrica o, Istanbul'un fethi hakkindaki ulvî tasavvurlarini endisesiz bir sekilde tatbikten baska bir sey düsünmüyordu. Bunun için de karada ve denizde bütün komsulari ile baris durumunda bulunmak, Sultan Mehmed için önemli ve gerekli idi.
Karaman seferinden dönüp Bursa'ya yaklastigi sirada yeniçeriler hünkari karsilayip ilk seferi oldugu için töre geregi sefer bahsisi istediler. Pâdisah, Sehabeddin Pasa ve Turahan Bey'in tavsiyesiyle on kese akça verilmesini emrettiyse de onlarin bu sekildeki hareket ve cür'etleri, canini sikmisti. Bu yüzden birkaç gün sonra Yeniçeri Agasi Dogan Bey'i azletti. Yayabasilarini da asker arasinda disiplini saglayamadiklarindan dolayi dövdürterek Yeniçeri Agaligi'na Mustafa Bey'i tayin etti.
Genç hükümdar, Karaman seferi dönüsünde Bursa'ya geldikten sonra Anadolu Beylerbeyi olarak tayin ettigi ishak Pasa'yi, Mentese Beyligi'ne göndermisti. Ishak Pasa, Menteseogullarindan Ahmed Bey'in oglu Ilyas Bey üzerine gitmis, onun agir isiten kulagina hiç olmazsa görmek suretiyle, onun anlayacagi sekilde sözleri okuyup, dilâverliginin geregi olarak kendisini, adi geçen ülkeden atmaya niyetlenmisti. Ishak Pasa'ya karsi tutunamayacagini anlayan Ilyas Bey, Rodos'a kaçmisti. O ana kadar Ankara'da oturmakta olan Anadolu Beylerbeyileri bundan böyle Kütahya'yi merkez edindiler. Solakzâde, gerek Bursa'daki olay, gerekse Mentese konusunda su bilgileri vermektedir:
"Sulhtan (baris) sonra azimetlerini Bursa yönüne çevirdiler. Sehre yakin geldiklerinde, Yeniçeri alay baglayip, saadetli pâdisahtan bahsis ricasinda bulundular. Sehabeddin Pasa ile Turahan Bey, yeniçerinin durmalarinin sebebini beyan eyleyince, ihsan için on kese akça ferman buyurdular. Lakin bu uygunsuz hareket, pâdisahin hatirinda kirginliga yol açti. Birkaç gün geçtikten sonra, agalari mesabesinde olan Sekbanbasi Kazanci Dogan Bey, iyi bir sekilde dövüldükten sonra azl olundu. Agaliga, Mustafa Bey adinda akilli ve yigit birisi getirildi. Bütün yayabasilar ve dabcilar dayaktan geçti. Bursa'ya dahil olduklari gün, Anadolu Beylerbeyisi Ishak Pasa'yi Mentese iline gönderdi. Böylece Mentese oglu Ilyas Bey, bu vilayetten çikarildi. Rodos adasina kaçti. Tasarrufu altinda olan memleketlerini ele geçirme yoluna gittiler. O zamana kadar Anadolu Beylerbeyileri, Ankara'da oturmakta idiler. Ishak Pasa'dan sonra bugün de oldugu gibi Kütahya'da sakin olmalari kanun haline geldi.
ISTANBUL'UN FETHINE DOGRU
Istanbul, Schlumberger'in ifadesine göre, babasi Sultan Murad'in vasiyetiyle kendisine tavsiye edilmis ve ecdadi olan bütün sultanlarin zihinlerini isgal etmis oldugu bu muazzam tesebbüsü gerçeklestirmek isteyen Sultan Mehmed, devamli olarak bu fethi nasil basarabilecegini düsünüyordu. Zira bu sehrin fethi, Osmanli Türklerine sadece yeni bir baskent kazandirmayacak, ayni zamanda kurduklari devletin, Avrupa kitasindaki topraklarinin garantisi olacakti. Egemenlikleri altindaki ülkelerin merkezinde ve Avrupa-Asya geçidi üzerinde bulunan bu yeni baskent ellerinde olmadan Türklerin kendilerini güvenlik içinde hissetmeleri imkansizdi. Kendilerini tedirgin eden Rumlar degil, Hiristiyanlarin birleserek Constantinopolis gibi bir üsten harekete geçmeleri ihtimaliydi.
Sultan Mehmed, Konstantiniye'yi ele geçirmek suretiyle "müjdeli emîr" olmak ve Osmanli Asya'si ile Avrupa'sini birbirine baglayip devletin tabiî sinirlarini, cografî ve siyasî birligini saglamak istiyordu. Hammer, hükümdara bu düsünceyi gerçeklestirme imkanini veren olaylari su ifadelerle dile getirir:
"Bizans Imparatoru Kostantin, mevsimsiz olarak ve maharetsizce bir hareketle, pâdisahin fetih arzusunu hemen uygulamasini tacil (sür'atlendirecek) edecek davranislarda bulundu. Sultan Ikinci Mehmed, Anadolu'da, Ibrahim Bey tarafindan saçilmis olan nifak tohumlarini gidermeye çalistigi sirada, Bizans elçileri ordugaha gelerek Orhan'a tahsis edilmis olan akçanin hemen ödenmesini istemisler ve belirtilen paranin iki misli olarak verilmeyecek olmasi halinde, sehzâdenin serbest birakilacagini tehdid edici bir dille beyan etmislerdi." Bu neviden bir hareket, bir bakima Fâtih'i tehdid ediyordu. Öyle anlasiliyor ki, bu tehdidin sonu da gelmeyecekti. Zira isi santaja kadar götürmek demek olan bu istek, Osmanlilari devamli surette rahatsiz edecekti. Gerçekten, Karaman seferi esnasinda Imparator Konstantin ve senato, bu seferi firsat bilerek gönderdigi elçilerle Sehzâde Orhan'a verilen tahsisatin arttirilmasini ve sayet bu yapilmazsa sehzâdeyi Rumeli'ye saliverecegini de tehdid olarak bildirmekte idi. Gelen elçilerin önce vezir-i azami görerek arzularini bildirmeleri, protokol geregi oldugundan elçiler, imparatorun tekliflerini Halil Pasa'ya bildirdiler.
Bu tekliflere göre imparator, Istanbul'da bulunan Sehzâde Orhan'in her sene verilmekte olan tahsisatinin, masraflarini karsilayamamasindan dolayi artirilmasini istemekte, sayet bu teklifi kabul edilmeyecek olursa adi geçen sehzadeyi Rumeli'ye saliverecegini tehdidkarâne bir sekilde bildirmekte idi. Bunu ögrenen Halil Pasa, henüz imzasi kurumayan ahde muhalif hareketlerinden dolayi agir sözler söyleyerek elçileri tehdid ettikten sonra:
"Simdi Anadolu'ya sefer ettigimizi ve Frikya'da bulundugumuzu gördügünüzden istifade ederek, âdetiniz oldugu üzre uydurdugunuz sözlerle bizi korkutmak istiyorsunuz. biz çocuk degiliz, elinizden ne gelirse yapiniz. Orhan'i Trakya'ya pâdisah yapmak istiyorsaniz hiç durmayin. Macarlari da getirmek istiyorsaniz dâvet ediniz. Yalniz sunu biliniz ki hiç bir seye muvaffak olamayacaksiniz. Aksine ellerinizdekini de kayb edeceksiniz. Mamafih söylediklerinizi pâdisahima arzedecegim. O, ne der ve nasil arzu ederse o olacaktir". diyerek durumu Sultan Mehmed'e bildirir. Hükümdar, imparator ve senatonun bu istekleri karsisinda hiddetlenecektir. Fakat uygun zamani bekledigi için elçileri güler yüzle karsilar. Onlara, yakin zamanda Edirne'ye dönecegini ve orada görüserek arzularini yerine getirecegini söyledikten sonra onlari tatli dil ve ümitli bir sekilde geri gönderdi.
Imparatorun, Sultan Mehmed'i tahrik eden bu istekleri ve elçilerin söyledikleri, Bizans tarihçisi Dukas tarafindan tafsilatli bir sekilde su ifadelerle nakledilir:
"Budala Bizanslilar, iyi düsünmeden, bos bir fikir ortaya atarak Mehmed'e elçiler gönderdiler. Âdet oldugu üzre elçiler, söyleyeceklerini önce vezire söylerlerdi. Bu elçiler vezire dediler ki: "Imparator Konstantinos her sene kendisine verilmekte olan 300 bin akçayi almaya razi olmuyor. Sizin pâdisahiniz gibi, Osmanogullarindan olan Sehzâde Orhan, kemal çagina ermis bir gençtir. Her gün birçok kimse kendisine gelerek, ona "emîr" diye hitab ediyor ve kendisini pâdisah ilan etmek istiyorlar. Orhan ise bunlara ihsanlarda bulunmak ve kendilerine hediyeler vermek istiyor ise de, parasi olmadigindan ve para istemek için müracaat edecek baska bir yeri bulunmadigindan imparatora basvuruyor. Ya tahsisati iki misline iblag ediniz veya Orhan'i serbest birakacagiz. Osmanogullarini beslemeye mecbur degiliz. Bunlarin, beytülmaldan infak olunmalari gerekir. Orhan'in, tarafimizdan vaki olan tevkifi ve sehirden disari çikmamasi için aldigimiz tedbirler yeterlidir."
Halil Pasa, bunlari ve daha baska sözleri dinledikten ve Pâdisah Mehmed'e söylemek üzere imparator ve senatonun bu tekliflerini duyduktan sonra, elçilere sunlari söyledi: Ey akilsiz ve saskin Bizanslilar! Tasavvurlarinizdaki seytanliklari çoktan bilirdim. Bu bildiklerinizi unutun... Daha dün denecek derecede yakin bir zamanda sizinle yeminle teyid olunmus ahitnâmeyi yaptik ve diyebiliriz ki, mürekkebi henüz kurumamistir. Simdi ise Anadolu'ya sefer yaptigimizi ve Frikya'da bulundugumuzu gördügünüzden faydalanarak, âdetiniz oldugu üzre uydurdugunuz korkuluklari bize göstermek suretiyle bizi ürkütmek istiyorsunuz. Biz, fikir ve kudretten mahrum çocuk degiliz. Elinizden ne gelirse yapiniz. Orhan'i Trakya pâdisahi yapmak isterseniz hiç durmayin. Macarlari Tuna'dan bu tarafa geçirtmeyi düsünüyorsaniz onlar da gelsinler. Siz de daha önce kayb ettiginiz yerleri geri almak için taarruza geçmek isterseniz bunu da yapiniz. Yalniz sunu biliniz ki, bunlardan hiç birine muvaffak olamayacaksiniz. Aksine ellerinizde bulunani da kayb edersiniz. Mamafih, söylediklerinizi pâdisahima arzedecegim, o ne arzu ederse o olacak."
Mehmed, basvezir ile elçiler arasinda konusulan yukaridaki hususlari duyunca çok hiddetlendi. Ancak bunu belli etmedi. Bizans elçilerini kabul ederek, bunlara dedi ki: "Az zamanda Edirne'ye dönmek niyetindeyim. Oraya geliniz, imparatoru ve sehre ait bütün hususlari orada bana söyleyiniz. Istenilen her seyi vermeye hazirim." Mehmed bu sözleri ve daha buna benzer tatli sözler söyleyerek bunlara yol verdi. Birkaç gün sonra Bogazi geçip Edirne'ye gelen Mehmed, Karasu civarinda bulunan köylere, sâdik kölelerinden birini göndererek imparator için tahsis olunan iradin (gelirin) verilmesini yasakladi. Bu gelirin tahsiline memur olanlari ve buna nezaret edenleri oradan kovdu. Bu suretle sadece bir sene bu gelir alinmis oldu."
BOGAZKESEN (RUMELI) HISARI'NIN YAPILMASI
Ikinci Mehmed, gerkek dedelerinin ve gerekse babasinin girismis olduklari büyük ve cür'etli tesebbüsü gerçeklestirmek istiyordu. Tabiat ve cografya, Istanbul'u, dogu ve batidaki Osmanli ülkelerine merkez yapmisti. Kostantiniyye, baska bir devletin elinde kaldikça Osmanli ülkesi, Hiristiyan istilasina açik bulunacagi gibi, Avrupa ile Asya arasindaki bag ve alaka da emniyete alinamazdi. Böylece devlet, tam ve saglam bir vücud olacak yerde, gövdesi ortasindan ikiye bölünmüs olarak parçalanmak tehlikesine maruz kalirdi.
Gerçekten su ana kadar, Osmanlilar tarafindan Istanbul'un fethi için yapilan tesebbüslerin her birinde bir engel çikarak veya çikarilarak muvafakiyet önlenmisti. Fakat burasi, imparatorun elinde bulundukça Osmanlilarin Rumeli'ye tamamen hakim olmalari mümkün degildi. Nitekim, Varna muharebesine gidilirken, Çanakkale'nin ve hatta Sarayburnu ile Bogaza dogru olan yerlerin düsman tarafindan tutulmus olmasi, bu arada Istanbul'un da, düsmani tesvik eden imparatorun elinde bulunmasi yüzünden büyük tehlikeler altinda Ceneviz gemilerine 40 bin duka altin verilerek Rumeli sahiline geçilebilmisti. Su halde, iki kitadaki Osmanli hakimiyetinin, devamli olarak sinsi bir siyasetle, Osmanlilar aleyhinde çalisan Bizanslilar yüzünden, ne kadar korkunç tehlikeler arzettigini hadiseler göstermektedir.
Ikinci Mehmed, Karaman seferinden dönerken Çanakkale Bogazi'nin Frenk gemilerince tutuldugu haberini alinca, Istanbul Bogazi'na gelip babasinin geçtigi yerden Rumeli sahiline geçer. Bu geçis esnasinda, Anadolu Hisari'nin karsisina bir kale yapilmasini emreder. Istanbul'un fethinden baska bir sey düsünmeyen Sultan Mehmed, bütün planlarini onun üzerine koruyordu. Bunun için atilan ilk adim, Bogazkesen Hisari'nin insasi oldu. Askerî ehemmiyeti kadar âbidevî degeri de yüksek olan bu muazzam kalenin insasi, Türk tarihinin varmis oldugu seviyeyi göstermesi bakimindan önemlidir. Dört buçuk ay gibi akil almaz derecede kisa bir zamana sigdirilan bu insaat, gerek tuttugunu koparan bir tesebbüs, teskilât, idâre ve ikmal dehasi olarak hükümdarin; gerek yardimci ve tatbikatçi olarak fikri, madde planinda gerçeklestiren kütlenin yüksek bir teknik seviyesine sehâdet etmektedir.
Osmanlilarin, iki kita arasindaki gidip gelmeleri esnasinda, tehlikelerle karsi karsiya gelmelerinin kazandigi tecrübeleri, henüz kuvvetli bir donanmaya sahip olamayan bu devlet için, Istanbul'a sahip olmaktan baska çare olmadigini ortaya koymustu. Zira tehlikeli durumlar, ancak bu sayede atlatilabilirdi. Böylece, pâdisahin emri üzerine, Karadeniz'den gelecek her türlü yardima mani olmak ve iki sahil arasinda karsidan karsiya geçmeyi saglayabilmek için, Bogazkesen Hisari denilen Rumeli Hisari'nin yapilmasiyla ise baslandi. Sultan Mehmed, Karaman seferinden Edirne'ye döner dönmez, Anadolu ve Rumeli'ye fermanlar göndererek bin kisilik bir insaat ustasi kadrosu ile o miktarda amele ve kireçci istedigi gibi insaata ait malzemenin ilk bahara kadar hazirlanmasini emir ile bogazda bir hisar yaptirilacagini bildirir. Bizans tarihçisi Dukas, bu haber üzerine gerek Istanbul, gerekse diger yerlerdeki Hiristiyanlarin nasil büyük bir telasa kapildiklarini su cümlelerle belirtir:
"Istanbul'da, bütün Asya ve Trakya ile adalarda bulunan Hiristiyanlar, bu haberi duyunca çok üzüldüler. Aralarindaki konusmalarda bundan baska bir seyden bahsetmiyorlardi. Ancak "artik Istanbul'un son günü geldi, milletimizin yok olma çanlari çalmaya basladi. Deccal'in günleri geldi, ne olacagiz? Veya, ne yapalim? Ey Allah'imiz! Canimizi al ki, bu kullarin, sehrin yok olusunu kendi gözleri ile görmesinler. Senin düsmanlarin, bu sehri muhafaza eden azizler nerededirler demesinler." Bu münacati yalniz Istanbul halki degil, Anadolu'da daginik surette ikamet eden, adalarda ve garp vilayetlerinde bulunan Hiristiyanlar aglayarak bagiriyorlardi."
"Kulle-i cedide" diye de isimlendirilen günümüzdeki Rumeli Hisari'nda, Fâtih'in vakfiyesinden anlasildigina göre bir de cami vardi. Bu camide vazife gören imam (hitabet vazifesi dahil), bu hizmete karsilik her gün 6 akça, müezzin (temizlik isleri dahil) 4 akça ücret aliyordu. Adi geçen hisarin yeri tesbite çalisilirken bogazin en dar yerindeki (660 m.) bu noktanin seçimi, askerî sevk ve idare bakimindan önemli idi. Bu yeni hisarin, karsisindaki hisar ile birlikte bogaz geçisini kapatabilmesi tasarlanmisti. Geçisi, makaslama ates ile önlemek ve akintilar yüzünden gemilerin burada, yani hisarin bulundugu kiyiya yaklasmak zorunda kalacaklarindan istifade ediliyordu. Hisar, yaklasan hedefleri toplarinin en uzak mesafesinden karsilayarak, güneyde en uzun mesafeye kadar takip edebiliyordu.
Sultan Mehmed'in kale yaptirmak istedigi mevki, Bizanslilarin Hermaneum Promontarium dedikleri, bogazin en dar yeri olup, milattan bes asir önce Iran Sahi Dârâ, muazzam ordusu ile buradan Avrupa kitasina geçmisti.
Hisarin yapilmasi ile ilgili hazirliklar üzerine telasa düsen imparator, Edirne'ye elçiler gönderdi. Bunlar, aldiklari talimat geregi, Sehzade Orhan'in tahsisatindan bahsetmeyeceklerdi. Pâdisahla anlasabilmek için her fedakârliga katlanacaklardi. Imparator, elçiler vâsitasiyle I. Murad'dan itibaren gelip geçmis bütün pâdisahlarin, Istanbul'un hariminde bir kale yapmak ve hatta bir kulübe bile yapmak istemediklerini, Yildirim Bâyezid'in, Manuel'in muvafakati üzere Türklerle meskun olan Anadolu sahilindeki kaleyi (Anadolu Hisari) yaptirdigini bildirdikten sonra, kale yaptirmak suretiyle Frenklerin gidip gelmelerine mani olmak ve gümrük resimlerini (vergi) hiçe indirip Istanbul'u aç birakmak istedigini beyanla bunu yapmamasi için ne istiyorsa onu vereceklerini bildirmisti.
Sultan Mehmed, imparatorun gönderdigi elçiler vâsitasiyle söylenilen seyleri dinledikten sonra:
"Ben, sehirden bir sey almiyorum. Imparator, sehrin hendeginden disari hiç bir seye malik degildir. Sayet Mukaddes Agiz'da (Bogaz'da) bir kale insa etmek istersem, beni men etmeye hakkiniz yoktur. Her yer benim mülküm altinda bulunuyor. Anadolu yakasinda bulunan kaleler benimdir ve bunlarin içinde oturanlar da Türktürler. Garpta meskûn olmayan yerler de benimdir. Bizans'in orada oturmaya haklari yoktur. Macar Krali üzerimize yürüdügü zaman o karadan gelirken, Frenklerin kadirgalari Ege Denizi Bogazina gelerek Gelibolu Bogazini kapatarak, babamin Trakya'ya geçmesine mani oldular. O zaman babam, Mukaddes Agiz'in yukarisina çikarak babasinin* insa eyledigi kaleye yakin bir yerden Allah'in inayeti sayesinde kayiklar ile bogazi geçti. Binaenaleyh, babamin bogazi geçmek için ne zorluklara katlandigini ve ne sikintilara girdigini pekala bilirsiniz. Babamin, Istanbul Bogazi'ni geçmemesi için imparatorun kadirgalari kesiflerde bulunuyorlardi. Ben, daha çocuktum. Edirne'de oturuyor, Macarlarin gelmelerini bekliyordum. Macarlar, Varna civarindaki yerleri yagma ediyorlardi. Bunlari gören imparatorunuz seviniyordu. Müslümanlar ise izdirap çekiyorlardi. Kâfirler de sevinç ve meserret içinde idiler. Çok büyük tehlikeler ile bogazi geçen babam, karsi tarafa geçer geçmez, Anadolu kiyisinda bulunan kalenin karsisina, garp tarafinda diger bir kale yaptiracagina yemin etti. O, bu yemini yerine getirmeye muvaffak olamadi. Allah'in inayeti ile bunu ben yapmak istiyorum. Neden buna mani olmak istiyosunuz? Memleketimde istedigimi yapmaya gücüm yetmiyecek mi? Gidiniz ve imparatora deyiniz ki, simdiki pâdisah eski pâdisahlara benzemiyor. Onlarin yapamadiklari seyleri bu kolayca yapabilecektir. Onlarin istemedikleri seyleri, bu isteyecek ve yapacaktir. Simdiden sonra bu husus için gelenlerin derisi yüzülecektir."
Dukas'in, bu ifadelerinden anlasildigina göre Sultan Mehmed, Rumeli Hisari'nin insasina mani olmak isteyen Bizans Imparatoru'na, tarihî hadiseleri hatirlatmak suretiyle bu tesebbüsündeki hakliligini isbat etmeye çalisir. Onun için bu isten vaz geçmesinin mümkün olamayacagini tehdid yollu bir tarzda ona bildirir.
Rumeli Hisari'nin yapilmasi hazirliklarina 1451-52 kisinda baslanmistir. Ilkbaharin baslangicinda Mart ayinin sonlarina dogru, Rumeli tarafina Anadolu Hisari'nin karsisina bol miktarda insaat malzemesi, usta, amele ve kireççi gelmisti. Kereste Izmit ile Karadeniz Ereglisi'nden, taslar ise Anadolu tarafindan getirilmisti. Çalismak üzere külliyetli miktarda insan gelmisti. Sultan Mehmed, bu sirada kara yolu ile bogaza gelerek bilirkisilerle (teknik eleman, mühendis) o havaliyi gezdi. Denizin akintisi hakkinda malumat aldi. Iki sahil arasindaki mesafeyi ölçtürdü. Kalenin yapilacagi sahayi kendisi tayin ile hududunu tesbit ettirdi. Bundan sonra bir rivayete öre önce kiyida, hisarin güney-dogu kösesindeki kule insa edilerek malzeme ve çalismalarin selameti emniyete alinmistir.
Fâtih Sultan Mehmed, hisarin duvarlarinin Arapça "Muhammed" kelimesi seklinde olmasini istediginden planini da ona göre tasarlamisti. Buna göre her "Mim" (M) harfinin yerinde bir kule bulunmasini arzuluyordu. Kulelerden ikisi, birbirinin yaninda ve burunun eteginde idi. Üçüncüsü denize daha yakindi. "H" ve "D" harflerinin bulunduklari yerlerde istihkamlar yapildi. Pâdisah, bunlarin yapilmasina özen gösteriyor ve bizzat nezâret ediyordu. Gerçekten üç köseli olarak düsünülen hisarin projesi, bizzat Sultan Mehmed tarafindan tasarlanmisti. Eski an'aneye uyularak, hisarin yapilmasinda devletin ileri gelenlerinden de faydalanildigi ve bunlarin, masraflara katildiklari görülür. Bu insanlarin, kule ve surlarin bir kisminin yapilmasina nezâret ettikleri anlasilmaktadir. Nitekim hükümdar, kale insasini üç vezir arasinda taksim eder. Üç kösenin doguda, yani deniz sahilinde olan bir kösesine akropol olarak gayet metin bir burç yaptirma vazifesini Halil Pasa'ya verdi. Yamaçta, yani güneyde bulunan diger köseye büyük bir burç yapilmasini Zaganos Pasa'ya, ve üçüncü köseye, yani kuzeye düsen tarafa yapilacak burcu da Saruca Pasa'ya verdi. Vezir Sehabeddin Pasa da bütün insaata nezâret etti.
Kaynaklar, Rumeli Hisari'nin, bizzat Sultan Mehmed'in idaresinde 1000 kadar usta ve onun iki misli isçi çalistirilarak dört ay gibi çok kisa bir zamanda (Hammer'e göre üç aydan daha az) tamamlandigini belirtmektedirler. Bununla birlikte insaatin bütün mekan ve safhalarinda çalisanlarin sayisinin, yukarida verilenden daha fazla olduguna isaret edilmektedir. Zira Dukas, "insaati arsin üzerine ustalara taksim etti. Ustalar bin kisi kadardi. Her ustanin yanina iki yardimci koydu. Kale duvarinin iç ve dis taraflarinda da miktari kâfi ustalar ve yardimci ustalar çalistirdi." demektedir. Buna göre 21 Mart 1452'de insaatina baslanan Bogazkesen (Rumeli) Hisari, bes-alti bin kisinin çalismasi sonucunda Temmuz ayinin sonlarinda tamamlandi.
Fatih zamaninda Osmanli
Rumeli Hisari'nin askerî önemi üzerinde duran ve bu konuda epey bilgi veren Hüseyin Dagtekin, adi geçen hisarin, insa edildigi yerin aslinda insaata müsait olmadigini, buna ragmen Osmanli hükümdarinin, günümüz askerî tekniklerine uygun bir sekilde onu nasil mükemmel bir sekilde insa ettirdigini söyle anlatir:
"Gerçekten, Rumeli Hisari tahkimatinin, en gayr-i müsait arazi sartlarina ragmen, kiymetinden hiç bir sey kaybetmeden, bir benzerine güç tesadüf eildebilecek kadar büyük bir maharet gösterilerek, insa edildigi yere ve çevreye intibak ettirilmek suretiyle vücuda getirilmis tipik bir tahkimat örnegi teskil ettigi görülür. Bundan baska, yeni hisarin en mühim bahsi olan bu konuyu islerken kalenin, görülen arazi üzerine yerlestirilmesinde hakim olan askerî görüsün, günümüzün tabiye esaslari hakkindaki görüsleri kadar ileri oldugunu müsahede ettigimizden, besyüz yil önce insa edilmis oldugu halde, modern bilgilerin verdigi görüslerle tedkik etmekte herhangi bir tehlike olmadigini sözlerimize ilave edebiliriz."
Ilk dönem, Osmanli askerî mimarisinin güzel bir örnegi olan bu hisara yerlestirilen silah ve diger mühimmattan bahsetmeden, sadece bu dönemdeki askerî mimarînin ne denli saglam olduguna bir iki örnekle isaret etmek isteriz. Bilindigi gibi, Istanbul'un fethinden önce Yildirim Bâyezid tarafindan, Bogaziçi'nde yaptirilan Anadolu Hisari ile Fâtih Sultan Mehmed tarafindan yaptirilan Rumeli Hisari surlari ve Istanbul'un alinmasindan sonra Theodosius surlarinin stratejik bir noktasinda yapilan Yedikule, Osmanlilarin ilk müstahkem mevkileri hakkinda bize bir fikir vermektedir.
Hisarin insaati esnasinda, deniz tarafindan gelebilecek bir saldiriya ugramamak için, Gelibolu tersanesindeki donanmadan otuz kadar harp ve bir hayli nakliye gemisi bogaza getirilmisti. Bu yeni kaleye top ve topçular kondu. Böylece karsi karsiya bulunan iki hisar sayesinde, bogaz geçisleri kontrol altina alinmis oldu. Hisarin komutanligina Firuz Aga'yi tayin eden hükümdar, onun maiyetine dört yüz yeniçeri askeri ile silah ve cephane verdi. Bundan sonra, Edirne'ye gitmek üzere olan hükümdar, iki gün Istanbul surlarini ve hendeklerini tedkik ettikten sonra buradan ayrilip, Eylül ayinin ilk günü Edirne'ye döner.
(II. MEHEMMED)
Kaynaklarin, âdil, akil, heybetli, cesaretli, idrak sahibi, iyi giyimli, kadirsinas, âlimlerin dostu, sairlerin hâmisi, hakka kail ve maarif erbabina meyilli bir pâdisah olarak tavsif ettigi Fâtih Sultan Mehemmed Han, tarihin kayd ettigi büyük sahsiyetlerin basinda gelir. Bu bakimdan onun, sahsiyet ve karekterini oldugu gibi bütünüyle ortaya koymak çok zordur. Çünkü o, beser kudretinin ulasabilecegi en yüksek noktalara çikmis ve kendinden önce veya sonra gelmis olanlarla mukayese edilemeyecek derecede büyük bir hüviyet kazanmisti. Onun, Manisa'da geçirdigi ikinci sehzadelik devresi, gerek sahsi, gerek Osmanli Devleti için çok verimli ve faydali olmustu. Zira, 5 yil süren bu dönemde o, sahsiyetini olgunlastiran ciddi bir çalisma ve fikrî faaliyet içinde bulunmustu.
Bu bes senelik müddet zarfinda o, bir yandan akademik bir faaliyet devresine girerek liyakatli hocalarin refakatinda malumatini genisletmis, felsefe ve riyaziye (matematik) okumustu. Döneminin önemli iki dili olan Arapça ve Farsça'yi ana dili gibi ögrenmisti. Bu meyanda o, Latince, Yunanca ve Sirpça ögrenme imkânlarini da bulmustu. Tarih, cografya ve askerlik bilgisine de iyice vâkifti. Bir yandan da dünya cihangirlerinin biyografilerini dikkatle tedkik ederek her birinin dogru ve yanlis taraflarina parmak koymustu. Böylece, yasanmis tarih maceralarinin muhasebe ve yekûnu, onu, plan ve sistem fikrinin lüzumuna esasli bir sekilde inandirmisti.
Devletin, gelecekteki ihtiyaçlarini karsilamak yolunda kendini geregi gibi hazirlamak için gece uyumamis, gündüz dinlenmemis, hayatinin bir solugunu dahi bos geçirmemis olan genç sehzâde, hesapli ve sistemli gelecegin genç fâtihi, saltanatinin devaminca, daima baslanacak bir isin plani ve bitecek bir isin endisesi ile yorulacakti.
Babasi, II. Murad'in vefati üzerine 16 Muharrem 855 (18 Subat 1451) Persembe günü Edirne'de Osmanli tahtina geçen II. Mehmed'in dogum tarihi 27 Receb 835 (30 Mart 1432) olarak kabul edilmekle birlikte, buna yakin farkli tarihler de verilmektedir. Dogum tarihi hakkinda farkli görüslerin bulunduguna temas edilen Fâtih Sultan Mehmed'in annesinin kimligi hakkinda da degisik görüsler bulunmaktadir. Bu farkli görüsler, Batili yazarlarca öne sürülmüslerdir ki, kaynaklarimiz bu görüslerin tamamini reddedecek sekilde açik ve net bilgiler vermektedirler. Zira kaynaklarimiz, konuyu, II. Murad'in evliliginden itibaren takib ederler. Nitekim kaynaklarimiz, Fâtih Sultan Mehmed'in annesinin Müslüman Türk oldugu ve Isfendiyar Beyi'nin kizi veya torunu oldugu, isminin de Hüma Hatun oldugunu belirtirler. Ayni sekilde Ismail Hami Danismend de Bursa mahkeme (ser'iyye) sicillerine dayanarak konuyu tafsilatli bir sekilde ele alarak söyle der:
"Fâtih'in annesi olarak gösterilen Türk prensesi, Kastamonu ve Sinop'ta hüküm süren Candarogullari hanedanindan Isfendiyar Bey'in kizi veya torunu Halime, veyahut Hatice Hatun'dur. Ikinci Murad'in bu kizla izdivaci hicretin 827 (m. 1424) yilindadir." Müellif, arastirmasinda bu ihtilaflarin sebeplerini de açiklar. Ama konuyu fazla dagitmamak için biz bunun üzerinde fazla durmayacagiz. Bununla beraber yeni arastirmalarin ortaya çikardigi gerçek isim ve hüviyeti ile ilgili bilgiyi aynen nakletmeden geçemiyecegiz. "Daha sonralari Bursa mahkeme sicillerinde yapilan tedkiklere göre Fâtih'in muhterem annesi, Hüma Hatun'dur. Bu bahtiyar kadinin türbesi Bursa'da Muradiye Câmii'nin sark tarafinda müze idaresince istimlak edilen bir bahçe içindedir. Câmiden çarsiya dogru gidilirken bu zarif âbide, câmiden yüz metre kadar ilerdedir. Memduh Turgud Koyunluoglu'nun Bursa Halkevi nesriyati içinde çikan "Iznik ve Bursa Tarihi"nin 152-153. sayfalarinda "Hâtuniye Künbedi" ismiyle bahsedilen bu türbeyi Fâtih, babasi Sultan Ikinci Murad daha hayatta iken ölen annesi için hicrî (m. 1449) tarihinde, yani Istanbul'un fethinden dört sene evvel yaptirmistir. Kitabesi Arapça'dir.
Bu kitâbenin en büyük kiymeti, Fâtih'in annesinin yabanci rivayetlerde iddia edildigi gibi Istanbul'da medfun olmayip türbesinin Bursa'da bulundugunu ve yine ayni yabanci masallarinda iddia edildigi gibi Hiristiyan olarak öldügü için türbesi kapali olmayip, Müslüman oldugunun kitâbe ile sabit oldugunu artik hiç bir tereddüde imkân birakmayacak bir kesinlikle ortaya koymasidir. Yalniz kitâbede bu Hatun'un ismi yoktur, ancak bu da Bursa mahkeme sicillerinin 31,201 ve 370 sayili defterlerinin 35, 64 ve 40. sayfalarinda bulunmustur. Fâtih'in annesinin ismi Hümâ Hâtun'dur.
FÂTIH'IN CÜLÛSU VE KARAMAN SEFERI
Fâtih diye tarihe geçen ve Türklerin yetistirdigi en büyük sahsiyetlerin basinda gelen Sultan II. Mehmed, Manisa'da sancak beyi bulundugu sirada, babasi, Edirne'de vefat etmisti. Vezir-i azam Çandarlizâde Halil Pasa, bu ölümü gizli tutarak durumu Manisa'da bulunan genç sehzâdeye bir ulakla bildirir. Edirne'den yola çikan ulak, üç gün sonra ölüm haberini Manisa'ya getirir. Bizans tarihçisi Dukas, bu haberlesmeyi su ifadelerle dile getirerek o dönemde bile Osmanli Devleti'nde posta vazifesi gören ulak (tatar)larin nasil sür'atli yol aldiklarini ve gizlilige nasil riayet ettiklerini anlatir:
"Subatin besinci günü bir ulak, kuvvetli kanatli kartal kusu gibi Manisa'ya geldi ve Mehmed'e iyice mühürlenmis bir mektup verdi. Mehmed, mektubu açip okuyunca, babasinin vefat ettigini gördü. Mektup, Halil ve diger vezirler tarafindan imza olunmus bulunuyordu. Mektupta babasinin vefatini yazdiklari gibi, vakit kaybetmeksizin ve mümkün ise Pigasos (mitolojide kanatli atlara verilen bir isim) cinsinden uçar bir ata binip, pâdisahin vefati, civar milletlerce duyulmadan evvel, Trakya'ya gelmesini yaziyorlardi. Mehmed, mektupta yazilanlara uygun olarak hemen çok (sür'atli) kosan Arap atlarindan birine atladi ve sarayi erkânina: "Beni seven armamdan gelsin" dedi. Önünde sarayindaki kullarindan okçular ve çabuk yürüyenler, iki yanlarinda kahraman dilâverler yaya olarak ve kiliç takinanlar ile mizrakli süvariler arkadan geliyorlardi. Bu suretle tertip olunan alay, iki günde Manisa'dan Bogaz'a vararak, Gelibolu Bogazi'ni geçtiler. Mehmed, maiyetinden geride kalanlarin gelebilmeleri için Gelibolu'da iki gün daha bekledi. Bu arada Edirne'ye bir ulak göndererek, Gelibolu Bogazini geçtigini bildirdi. Halkin bas kaldirip karisikliklarda bulunmamasi için, yeni pâdisahin Gelibolu'da bulundugu her tarafa yayildi." Gelibolu'dan hareket eden genç pâdisah, Edirne'ye ulasmakta pek acele etmedi. Sehrin disinda vezirler, beylerbeyiler, sancakbeyleri, ulema ve ordu tarafindan karsilandi. Lehinde büyük tezahüratlar yapildi.
Fâtih Sultan Mehmed'in, babasinin ölüm haberini almasi ve Manisa'dan hareket etmesi yeni arastirmalarda su sekilde verilmektedir:
"Vezir-i a'zâm, kimseye duyurmadan acele Manisa'ya ölüm haberini eristirdi. Yedi gün sonra haberi alan Sultan Mehmed, yaninda atabegi Sehabeddin Pasa oldugu halde, sür'atli bir sekilde hareket ederek iki günde Çanakkale Bogazi'na geldi. Bizans'in bogazlari kesmeleri ve Orhan'i 1444 yilinda oldugu gibi Rumeli'de serbest birakmalari uzak bir ihtimal degildi. Genç Sultan, Gelibolu'ya geçmeye muvaffak oldu. Bundan sonra onun, o derecede telas ve endise etmedigini görüyoruz. Gelibolu'da babasinin ölümü ve yeni pâdisahin geldigi haberi yayildi. Chalkondyles'in sözünü ettigi Edirne'deki yeniçeri ayaklanmasi, yeni Sultan'in, Gelibolu'ya varmasindan sonra olmalidir. Buna göre Yeniçeriler, sur haricinde toplanip sehri yagmaya hazirlanmislardi. Ancak Çandarli Halil'in büyük otoritesi ve enerjisi sayesinde büyük bir kargasanin önü alindi. Halil, kalan kapikulu askerleri ile alelacele topladigi kuvvetleri, bunlarin üzerine sevk ederek, silahlarini birakmazlarsa kiliçtan geçirileceklerini, yeni sultani beklemelerini ve o geldikten sonra kendilerine ihsanda bulunacagini söyledi. Asker "Çandarli'ya olan hürmetleri dolayisiyla" isyandan vazgeçti. Bunun akabinde Sultan Mehmed, pâyitahta girerek tahta oturdu ve yeniçerilerden sadakat yemini aldi.
Bu rivayetteki unsurlar, olaylarin gelismesi ile tam bir uygunluk halindedir. Halil Pasa'nin, yençeriler üzerindeki nüfuzu, Sultan Mehmed'in ancak onun müdahalesinden sonra tahta gelip yerlesebilmesi, bilhassa kayda deger. Yeni Sultan adina vaad edilen bahsis ise, yeniçeriler tarafindan, Karaman seferinde adeta tehdidle alinacaktir.
Babasinin ölümünden onbes gün sonra Sultan II. Mehmed, Osmanli ülkesinin pâdisahi sifatiyla Edirne'de ikinci defa tahta çikti (16 Muharrem 855/18 Subat 1451).
Sultan Murad'in zamansiz ölümü ve oglu Mehmed'in tahta geçmesi sonucunda devletin iç ve dis siyasetinde bir degisikligin olmasi bekleniyordu. Sultan Ikinci Murad'in ölümünden sonra hükümdar olarak Edirne'de gördügümüz müstakbel Istanbul Fâtihi, inzibatli ve sistemli bir hazirlik ile manevî bir olus devresinin suurunu tasiyarak artik is basinda bulunuyordu.
Osmanli devlet teskilâtinda da, büyük ve köklü degisiklikleri yapacak olan genç hükümdarin büyük talihi, devlet otoritesinin politika ahlâkini kuran ve kontrolü altinda tutan âlimlerden mürekkep müsavir kuvvetlerle kendi kendini çevrelemis olmasi idi. Zira bu zümre, bagli bulunduklari prensiplerin müdafaasini, imanlarinin geregi bildiklerinden, pâdisahlik makamina karsi serdengeçti bir pervasizlikla daima medenî cesaret gösterirlerdi. Iste hükümdarin karar ve hareketlerinin tosladigi duvar, bu salâbet ve müeyyideler sistemi idi.
Dünyanin hiç bir devrinde, hiç bir idarenin bas çeviremeyecegi bu mücahidler sinifi, kendi prensiplerinin sasmaz ölçüleriyle, hükümdarlik makamina karsi bir tasfiye cihazi vazifesini görmüslerdir. Devrandan nimet beklemedikleri ve dünyanin varligindan sâd, yoklugundan ise nâsâd olmadiklari için, kimseden çekinmemis, kendilerini kimseye borçlu ve zebûn hissetmemekle de hürriyetlerini kimseye bagislamamislardir.
Iste genç hükümdar, çocuk yasindan itibaren böyle bir muhit ve bu anlayista bir hoca ve müsahib kadrosu tarafindan çevrelenmistir. Bunlardan Molla Hüsrev, Molla Güranî, Hocazâde, Hizir Bey Çelebi, Ali Tusî, Molla Zirek, Sinan Pasa, Molla Lütfi, Fahreddin-i Acemî, Hoca Hayreddin gibi ilim, irfan ve san'at erbabi, feyzine feyz katarak fikrî ve edebî istiklâlini hazirlamis, bir yandan da baraj vazifesiyle coskun ve taskin kararlarinin demlenip durulmasina hizmet etmislerdir.
Su kadar var ki, bu halkanin tam merkez yerinde, hepsinden imtiyazli ve hepsinden cesaretli bir hocasi daha vardi ki, tek basina gözünü hükümdara dikmis olan bu meydan erinin adi Ak Semseddin idi.
Sultan Mehmed, tahta oturur oturmaz durumun nezaketini kavramis ve bu sebeple babasinin vezirlerini yerinde birakmisti. Inalcik, Mehmed'in cülûsu ile Vezir-i a'zam Halil Pasa'nin rakiplerinin, iktidara geldiklerini söylemektedir. Bu konuda Bizans tarihçisi Dukas asagidaki ifadeleri kullanarak mevzuya bir açiklik getirir: "Mehmed, tahtina oturdugu sirada bütün valiler ve babasinin vezirleri, Halil Pasa ile Ishak Pasa, karsi tarafta uzakta duruyorlardi. Kendi vezirleri ise Hadim Sahin (Sehabeddin) ve Ibrahim, âdet vechiyle pâdisahin yaninda yer almislardi. O zaman Sultan Mehmed, kendi veziri Sahin'e sordu: "Babamin vezirleri neden uzakta duruyorlar? Bunlari çagir ve Halil'e eski yerini almasini söyle. Ishak da Anadolu ordulari komutanlari ve esrafi ile beraber, babamin cesedini Bursa'ya gömsünler. Sark vilayetlerinin (Anadolu Beylerbeyi) de idaresine nezâret etsin" dedi. Vezirler, pâdisahin bu sözünü duyunca hemen kosarak usûlleri vechiyle pâdisahin elini öptüler. Bu suretle Halil basvezir oldu. Ishak da Murad'in cenazesini alarak birçok esraf ve âyâniyle beraber ve büyük bir intizam içinde Bursa'ya gitti. Cenazeyi orada kendisinin hazirlatmis oldugu türbeye defnetti. Bu cenaze alayinda fukaraya pek çok paralar verildi."
Genç pâdisah, tahta çikar çikmaz devletin hududlarinda tehlikeler bas göstermeye basladi. Ilk defa, henüz bir çocuk olarak tahta çiktigi zamanki buhranli durumlar tekrarlanmak üzereydi. Enverî (Düstûrnâme, s. 94) bu durum için "Fitne ve âsûb doldu her diyar" diyerek durumun vehametini ortaya koyar. Gerçekten de Anadolu ayaklanmisti. Karamanoglu Ibrahim Bey harekete geçerek, Fâtih'in babasi Murad tarafindan ele geçirilmis bulunan yerleri zaptetmis ve Alaiye üzerine yürümüstü. Ibrahim Bey, Bati Anadolu'da, Sultan Ikinci Murad'in son defa ortadan kaldirdigi beylikler için, Karaman'dan gönderdigi saltanat davasi güden iddiacilar, Aydin, Mentese ve Germiyan'da faaliyete geçmislerdi. Bu konularda fazla tafsilata sahip olmamakla beraber, Anadolu Beylerbeyi'nin bunlarla ugrasmak zorunda kaldigina bakilirsa bu hareketler ilk etapta basarili olmuslardi denebilir. Öyle anlasiliyor ki, Anadolu'da durum endise verecek bir boyuta ulasmisti.
Genç hükümdar, bu müskül ve sikintili durumda, ister istemez babasinin baris politikasini sürdürmek zorunda kalacagini anlamisti. Bu bakimdan. Anadolu'yu kurtarmak için, batida birçok fedakârliklarda bulunmak zorunda kaldi. Böylece, o tarafi (bati sinirlarini) emniyete alarak barisi saglamaya çalisti. Gelen Sirp elçisinin istekleri kabul edildi. Despot'un, Sultan Murad'la yaptigi "Yeminle musaddak" muahede ve ittifaklari yenilemeye razi oldu. II. Murad'in resmî müsaadesiyle 1449 yilinda Bizans tahtina geçmis olan eski Mora Despotu Konstantin de, yeni pâdisahin durumundan azamî sekilde istifadeye çalisti. Fâtih, tahta geçince, Konstantin hem tebrikte bulunmak, hem de eski andlasmalari tastik ettirmek için bir Bizans elçisi gönderdi. Yeni Sultan, barisi teyid ve eski ahidleri tastik ettigi gibi, ayrica, yaninda bulunan Osmanli saltanatinin müddeisi, Orhan'in masraflarina karsilik, Bati Trakya'da Karasu irmagi üzerindeki yerlerin hasilatindan yilda, 300 bin akça isteyen imparatorun bu dilegini de kabul etti.
Gelecegin Istanbul Fâtihi'nin bu sekildeki hareket ve davranislari, onun iyi bir diplomat oldugunu göstermektedir. Bu bakimdan, Edirne'deki cülûsu esnasinda, Bizanslilara karsi mültefit davranmasinin elbette bir sebebi ve mânâsi vardi. Onun, o zamandaki düsüncelerine yaklasmak ve onlari kesfetmek pek güç bir is olmakla beraber, muhtemelen Fâtih, henüz hazirlikli bulunmadigi su siralarda, Bizans'in tesviki ile Hiristiyan milletlerin kendisine bazi engelleri çikarabileceklerini hesaba katarak Bizans'la dost kalmayi uygun görmüstür. Ilk defa hükümdar oldugu zaman, çocuklugundan faydalanmak üzere Hiristiyan milletlerin nasil harekete geçmis olduklarini hiç süphesiz unutmamis olan genç pâdisah, herhalde yine böyle bir durumla karsilasabilir endisesiyle olacak ki, simdilik bu sekilde davranmayi uygun görmüstü. Öyle anlasiliyor ki Fâtih, Bizans hakkinda baska türlü düsünüyordu. Ancak henüz tahta çikmis olan bu gencin, etrafini ürkütmemesi gerekiyordu. Böyle bir davranis tabii bir hareketti. O da öyle yapti. Onun için Karaman seferi esnasinda kendisine yapilmis bulunan teklifleri sukûnetle dinlemis ve onlari kabul eder bir tavir takinmisti. Fakat Karamanoglu Ibrahim Bey itaat altina alinir alinmaz is degismis ve bu seferin dönüsünde pâdisah, Rumeli Hisari'nin yapilmasini emredecektir. Bu hisarin yapilisi, Bizans'a yersiz isteklerinin güzel bir cevabi idi. Böylece Bizans, yakin gelecekte ne gibi bir tehlike ile karsilastigini ancak o zaman idrak etmis ve hemen agiz degistirerek kuvvetli hasimlari karsisinda her zaman yaptigi gibi, bu sefer de yalvarmak, bunu yapamayinca da igfal etmekle durumunu kurtarmaya çalismistir. Bu bakimdan, hisarin yapilmak istendigi yerin, Galatalilara ait oldugunu ileri sürerek meseleyi diplomatça halletmeye çalismis ise de, Fâtih'in verdigi cevap, hem susturucu hem de oksayici olmustur. Anlasma geregince genç pâdisah, Istanbul kusatmasi müddetince Galata Cenevizlileri ile dost kaldi. Hatta Galatalilarin, gizliden gizliye Bizanslilara yardim ettiklerini bildigi halde bunu, açiga vurmayi menfaatlerine uygun bulmadi. Istanbul alinincaya kadar onlarin bu sekildeki düsmanca hareketlerine göz yumarak onlari görmezlikten geldi. Halbuki Istanbul'un fethini müteakip günlerde, Galatalilar için, kendi bahs ettiklerinden baska hiç bir hukuk tanimayarak, orayi da dogrudan dogruya Türk topraklarina bagladi.
Ülkesinin, içinde bulundugu nazik durum sebebiyle, düsmanlari ile olan eski antlasmalari yenilemeyi uygun gören genç hükümdarin bu davranisi, Avrupa tarafindan yanlis bir sekilde degerlendirilmisti. Bunun için de Avrupa, onun hakkinda yanlis fikirler beslemekteydi. Onun, devletlerle olan muahedeleri yenilemesi ve onlara karsi yumusak davranmasi böyle bir fikrin ortaya çikmasina sebep olmustu. Zira onlara göre, birkaç defa tahtindan mahrum edilerek Manisa'ya gönderilen Sultan Murad'in bu genç sehzâdesi hakkinda Bizans'ta ve bütün Avrupa'da acele hükümler verilmis ve o, kabiliyetsiz bir delikanli olarak taninmisti. Bundan dolayi Sultan Murad'in ölümü ve Fâtih'in tahta çikisi her tarafta büyük bir memnuniyet uyandirmisti. Çünkü bu delikanlinin beceriksizligi yüzünden, Osmanli Devleti'nin kendiliginden sona erecegi hülyasi, Avrupa'da tekrar kök salmaya baslamis ve Hiristiyanlik âleminin kuvvetlerini, birlikte ve sür'atle hareket etmeleri lazimgelen bu devrede, tamamiyle felce ugratmisti. Aslinda yeni ve genç hükümdar da Avrupa'da böyle bir fikrin yayilmasini istiyordu. Onun yumusak tavri, onlarda böyle bir düsüncenin meydana gelmesini saglamisti. Bu yüzden hiç kimse, Osmanlilara karsi harekete geçmeyi düsünmüyordu. Yalniz Franciccus Phlelphus bu düsünce ve fikirde degildi. O, Sultan Murad'in ölümünü takib eden günlerde, Osmanlilar ve onlarin devleti hakkinda fikirlerini kaleme aldigi bir mektupla Fransa krali VII. Charles'a bildirmisti. Avrupadaki mevcud fikirleri, pesin hükümleri ve yanlis düsünceleri aksettiren bu mektubunda Phlelphus, Fransa kralina öbür Hiristiyan devletlerin basina geçmesini ve Osmanlilara karsi yürümesini istiyordu. Çünkü ona göre Osmanlilarin kudreti çoktan kirilmisti. Harbe sokabilecekleri kuvvet olsa olsa 60 bin kisi olabilirdi. Baslarinda da harp görmemis, tecrübesiz, sefih, kadinlara düskün ve budala bir delikanli vardi. Phlelphus, bu kadarla da yetinmiyor, Fransa kralinin takib edecegi yolu bile gösteriyordu. Ona göre uygun bir rüzgârla Hiristiyan ordusunun bir günde Tarent'den Peleponez'e geçecegini, Mora despotlarinin, bütün kuvvetleriyle bu orduya katilacagini, Arnavutlarla Italyanlarin bu orduyu destekleyecegini ileri sürüyordu. Böylece, çok kisa bir zamanda Türklerin Avrupa'dan kovulacagini, hatta Asya'da Müslüman hakimiyetinin kirilacagini iddia ediyordu.
KARAMAN SEFERI
Her firsatta, Osmanlilara karsi hasmâne (düsmanca) bir tavir içine giren Karaman Beyligi, yasadigi müddetçe, Osmanli Devleti'ne karsi mümkün olabilen bütün fenaliklari yapmis, "Hiristiyanligi takviye ederek Müslümanligi zaafa götürmeye" çalismisti. Yildirim Bâyezid'in müthis pençesi altinda bir an ezilmeye mahkum olan bu beylik, Yildirim ile Timur (Timur-i bî-nûr) arasindaki mücadele ve Yildirim'in maglubiyeti ile sonuçlanan Ankara Savasi'ndan sonra tekrar meydana çikarak, gerek Çelebi Sultan Mehmed zamaninda, gerekse Ikinci Murad dönemlerinde durmadan Osmanlilar aleyhinde faaliyette bulunmustu. Fâtih'in, küçük yasta tahta çikmasini firsat bilen bu beylik, Orta Anadolu'da yine bir gaile meydana getirmeye çalismis ise de, genç hükümdarin çok sür'atli hareket edisi, buna imkân birakmamisti. Ancak, Fâtih biliyordu ki, Karamanlilar, bir firsat vukuunda tekrar ortaya çikacaklardi.
Gerçekten, genç hükümdarin ilk gailesi, yine Karamanoglu'nun, Anadolu'daki diger beyliklerle elele vererek bir talih denemesine daha kalkismasi olmustu. karamanoglu Ibrahim Bey, bu defa da saltanat degisikliginden istifade etmek istedi. Bu yoldaki gâye ve düsüncesini gerçeklestirebilmek için de Venedik Cumhuriyeti ile bir anlasma yapti. Alaiye'ye giderek Venediklilerle irtibat kurmak istedigi gibi, Anadolu beylerinin ogullarindan bazilarina da kuvvet vererek onlari, Osmanli hududlari içine gönderdi. Bunlar, Germiyan, Aydin ve Mentese beylikleri idi.
Kaynaklarimiz bu konuda su bilgiyi verirler: Karamanoglu, birkaç haramzâde tutup, her birini bir taifeye serdar edüp, biri Germiyanogludur diye Kütahya üzerine, biri Menteseogludur diye Mentese yöresine, biri de Aydinogludur diye Aydin vilayetine göndermisti. Bunlar, o vilayetleri talan edüp halka karsi olmadik iskenceler yapip, salginlar saldilar. Kendisi de edepsizlik ve sirrette yardimcilari olan adamlari ile Alaiye üzerine yürümüstü. O günlerde Özgüroglu Isa Bey, Anadolu Beylerbeyi idi. Karamanoglu'nun uygunsuz davranislarini ve cezalandirilmasi gereken islerini tahta (Pâdisah) arzetmis, Karaman'la savasmak için izin istemisti. Genç hükümdar, Isa Bey'in böyle zor bir hizmeti basaramayacagini düsünerek onu görevinden alir. Bosalan bu göreve Vezir Ishak Pasa'yi tayin eder. Anadolu Beylerbeyi olan Ishak Pasa, bas kaldiran bu kalabaligi dagitmak üzere öncü olarak gönderilir. Pâdisahin kendisi de devlet ve ikballe Gelibolu Bogazi'ndan geçip Bursa'ya gelir.
Genç hükümdar, Karamanoglu Ibrahim Bey'in, bu faaliyetleri ile kendisine bagli olan Aksehir, Beysehir ve Seydisehir gibi yerleri isgal etmesi üzerine, ilk seferini Karamanoglu üzerine yapmak zorunda kaldi. Bu arada bir taarruza maruz kalmamak için Rumeli Beylerbeyi olan Dayi Karaca Pasa'yi, Rumeli askeri ile Sofya'da birakti. Sultan Mehmed, Ishak Pasa'yi Karaman'a dogru gönderirken, kendisi de onu takip etmeye basladi. Bursa yolu ile Karaman topraklari üzerine hareket ettigi zaman, veraset iddia ederek ayaklanmis olanlarin tamaminin Karaman'a iltica ettiklerini isitmisti. Yasli Ibrahim Bey ise artik her seyden ümidini kesmisti. Isyan için kiskirttigi bütün elemanlar, hareketten kalmis, Fâtih'in geldigi yerlerde de halkin ona tabi oldugunu görmüstü. Bu durum karsisinda Taseli daglarina çekilmek zorunda kalan Ibrahim Bey, oradan, suçunun bagislanmasini istemek ve barisi saglamak üzere bir mektupla Molla Veli'yi pâdisaha gönderir. Ayrica, sulhun yapilabilmesine tavassutta bulunmalari için pâdisahin vezirlerine çok miktarda hediyeler yollamisti. Filhakika vezirlerin "ve ulema ve eimme ve mesayih"in sefaatiyle pâdisah sulha razi oldu. Yapilan anlasmaya göre Aksehir, Beysehir ve Seydisehir tekrar Osmanlilara birakiliyor, seferlerde de bir miktar Karaman askeri bulundurulacagi taahhüd ediliyordu. Yine bu anlasmaya göre Ibrahim Bey, kizini da pâdisaha verecekti. Fakat Fâtih'in böyle bir evliliginin olduguna dair kaynaklarimizda bir bilgiye tesadüf edilememektedir.
Öyle anlasiliyor ki, ta Edirne'den kalkarak Anadolu ortalarina kadar gelen pâdisahin, Karamanoglu isine bir son vermeden barisa riza göstermesi, vezirlerin sefaatinin bir sonucu olmasa gerekir. Ç ünkü her firsatta, Osmanliya karsi olan düsmanligini açiga çikaran ve düsmanca hareketlerde bulunan Karamanoglu için Fâtih, hiç te iyi düsünmüyordu. Onun, Karamanoglu hakkinda:
"Bizümle saltanat lafin idermis ol Karamanî
Huda fursat verirse ger kara yire karam âni"
demesi, onun Karamanoglu hakkinda nasil düsündügünü göstermektedir. Zaten o, Karaman Beyligi'ni ortadan kaldirmak emeli ile sefere çikmisti. Bu durumda, ele geçen bu firsat aninda onu ortadan kaldirmasi gerekirken, birdenbire barisçi bir sekilde hareket etmesinin elbette bir sebebi olmalidir. Gerçekten de hadiseler, Karaman seferinde zaman kayb etmesine müsait görünmüyordu. Çünkü en küçük firsatlardan bile faydalanmayi ihmal etmeyen Bizans, yine kipirdanmaya baslamisti. Zira, daha önceki anlasmaya göre, kendilerine Çorlu'dan berisi birakilmis ise de Bizanslilar, bu sefer esnasinda Fâtih'i rahat birakmamislar ve ortada bir sebep yokken onu tehdid etmek istemislerdi. Bunu da Osmanli ordusunun Frikya'da bulundugu bir sirada, elçilerin ordugaha gelmesi ile açikça ortaya koymuslardi. Bu sartlar altinda genç hükümdar, Karamanoglu'nun tekliflerini yeterli bulmak zorunda kaldigi için barisa riza göstermisti. Çünkü o, hem Bizans'in uygunsuz bir zamanda harekete geçip taht ve saltanat müddeisi olan Orhan'i serbest birakmasindan, hem de Hiristiyan dünyayi onun aleyhinde harekete geçirmesinden endise ediyordu. Ayrica o, Istanbul'un fethi hakkindaki ulvî tasavvurlarini endisesiz bir sekilde tatbikten baska bir sey düsünmüyordu. Bunun için de karada ve denizde bütün komsulari ile baris durumunda bulunmak, Sultan Mehmed için önemli ve gerekli idi.
Karaman seferinden dönüp Bursa'ya yaklastigi sirada yeniçeriler hünkari karsilayip ilk seferi oldugu için töre geregi sefer bahsisi istediler. Pâdisah, Sehabeddin Pasa ve Turahan Bey'in tavsiyesiyle on kese akça verilmesini emrettiyse de onlarin bu sekildeki hareket ve cür'etleri, canini sikmisti. Bu yüzden birkaç gün sonra Yeniçeri Agasi Dogan Bey'i azletti. Yayabasilarini da asker arasinda disiplini saglayamadiklarindan dolayi dövdürterek Yeniçeri Agaligi'na Mustafa Bey'i tayin etti.
Genç hükümdar, Karaman seferi dönüsünde Bursa'ya geldikten sonra Anadolu Beylerbeyi olarak tayin ettigi ishak Pasa'yi, Mentese Beyligi'ne göndermisti. Ishak Pasa, Menteseogullarindan Ahmed Bey'in oglu Ilyas Bey üzerine gitmis, onun agir isiten kulagina hiç olmazsa görmek suretiyle, onun anlayacagi sekilde sözleri okuyup, dilâverliginin geregi olarak kendisini, adi geçen ülkeden atmaya niyetlenmisti. Ishak Pasa'ya karsi tutunamayacagini anlayan Ilyas Bey, Rodos'a kaçmisti. O ana kadar Ankara'da oturmakta olan Anadolu Beylerbeyileri bundan böyle Kütahya'yi merkez edindiler. Solakzâde, gerek Bursa'daki olay, gerekse Mentese konusunda su bilgileri vermektedir:
"Sulhtan (baris) sonra azimetlerini Bursa yönüne çevirdiler. Sehre yakin geldiklerinde, Yeniçeri alay baglayip, saadetli pâdisahtan bahsis ricasinda bulundular. Sehabeddin Pasa ile Turahan Bey, yeniçerinin durmalarinin sebebini beyan eyleyince, ihsan için on kese akça ferman buyurdular. Lakin bu uygunsuz hareket, pâdisahin hatirinda kirginliga yol açti. Birkaç gün geçtikten sonra, agalari mesabesinde olan Sekbanbasi Kazanci Dogan Bey, iyi bir sekilde dövüldükten sonra azl olundu. Agaliga, Mustafa Bey adinda akilli ve yigit birisi getirildi. Bütün yayabasilar ve dabcilar dayaktan geçti. Bursa'ya dahil olduklari gün, Anadolu Beylerbeyisi Ishak Pasa'yi Mentese iline gönderdi. Böylece Mentese oglu Ilyas Bey, bu vilayetten çikarildi. Rodos adasina kaçti. Tasarrufu altinda olan memleketlerini ele geçirme yoluna gittiler. O zamana kadar Anadolu Beylerbeyileri, Ankara'da oturmakta idiler. Ishak Pasa'dan sonra bugün de oldugu gibi Kütahya'da sakin olmalari kanun haline geldi.
ISTANBUL'UN FETHINE DOGRU
Istanbul, Schlumberger'in ifadesine göre, babasi Sultan Murad'in vasiyetiyle kendisine tavsiye edilmis ve ecdadi olan bütün sultanlarin zihinlerini isgal etmis oldugu bu muazzam tesebbüsü gerçeklestirmek isteyen Sultan Mehmed, devamli olarak bu fethi nasil basarabilecegini düsünüyordu. Zira bu sehrin fethi, Osmanli Türklerine sadece yeni bir baskent kazandirmayacak, ayni zamanda kurduklari devletin, Avrupa kitasindaki topraklarinin garantisi olacakti. Egemenlikleri altindaki ülkelerin merkezinde ve Avrupa-Asya geçidi üzerinde bulunan bu yeni baskent ellerinde olmadan Türklerin kendilerini güvenlik içinde hissetmeleri imkansizdi. Kendilerini tedirgin eden Rumlar degil, Hiristiyanlarin birleserek Constantinopolis gibi bir üsten harekete geçmeleri ihtimaliydi.
Sultan Mehmed, Konstantiniye'yi ele geçirmek suretiyle "müjdeli emîr" olmak ve Osmanli Asya'si ile Avrupa'sini birbirine baglayip devletin tabiî sinirlarini, cografî ve siyasî birligini saglamak istiyordu. Hammer, hükümdara bu düsünceyi gerçeklestirme imkanini veren olaylari su ifadelerle dile getirir:
"Bizans Imparatoru Kostantin, mevsimsiz olarak ve maharetsizce bir hareketle, pâdisahin fetih arzusunu hemen uygulamasini tacil (sür'atlendirecek) edecek davranislarda bulundu. Sultan Ikinci Mehmed, Anadolu'da, Ibrahim Bey tarafindan saçilmis olan nifak tohumlarini gidermeye çalistigi sirada, Bizans elçileri ordugaha gelerek Orhan'a tahsis edilmis olan akçanin hemen ödenmesini istemisler ve belirtilen paranin iki misli olarak verilmeyecek olmasi halinde, sehzâdenin serbest birakilacagini tehdid edici bir dille beyan etmislerdi." Bu neviden bir hareket, bir bakima Fâtih'i tehdid ediyordu. Öyle anlasiliyor ki, bu tehdidin sonu da gelmeyecekti. Zira isi santaja kadar götürmek demek olan bu istek, Osmanlilari devamli surette rahatsiz edecekti. Gerçekten, Karaman seferi esnasinda Imparator Konstantin ve senato, bu seferi firsat bilerek gönderdigi elçilerle Sehzâde Orhan'a verilen tahsisatin arttirilmasini ve sayet bu yapilmazsa sehzâdeyi Rumeli'ye saliverecegini de tehdid olarak bildirmekte idi. Gelen elçilerin önce vezir-i azami görerek arzularini bildirmeleri, protokol geregi oldugundan elçiler, imparatorun tekliflerini Halil Pasa'ya bildirdiler.
Bu tekliflere göre imparator, Istanbul'da bulunan Sehzâde Orhan'in her sene verilmekte olan tahsisatinin, masraflarini karsilayamamasindan dolayi artirilmasini istemekte, sayet bu teklifi kabul edilmeyecek olursa adi geçen sehzadeyi Rumeli'ye saliverecegini tehdidkarâne bir sekilde bildirmekte idi. Bunu ögrenen Halil Pasa, henüz imzasi kurumayan ahde muhalif hareketlerinden dolayi agir sözler söyleyerek elçileri tehdid ettikten sonra:
"Simdi Anadolu'ya sefer ettigimizi ve Frikya'da bulundugumuzu gördügünüzden istifade ederek, âdetiniz oldugu üzre uydurdugunuz sözlerle bizi korkutmak istiyorsunuz. biz çocuk degiliz, elinizden ne gelirse yapiniz. Orhan'i Trakya'ya pâdisah yapmak istiyorsaniz hiç durmayin. Macarlari da getirmek istiyorsaniz dâvet ediniz. Yalniz sunu biliniz ki hiç bir seye muvaffak olamayacaksiniz. Aksine ellerinizdekini de kayb edeceksiniz. Mamafih söylediklerinizi pâdisahima arzedecegim. O, ne der ve nasil arzu ederse o olacaktir". diyerek durumu Sultan Mehmed'e bildirir. Hükümdar, imparator ve senatonun bu istekleri karsisinda hiddetlenecektir. Fakat uygun zamani bekledigi için elçileri güler yüzle karsilar. Onlara, yakin zamanda Edirne'ye dönecegini ve orada görüserek arzularini yerine getirecegini söyledikten sonra onlari tatli dil ve ümitli bir sekilde geri gönderdi.
Imparatorun, Sultan Mehmed'i tahrik eden bu istekleri ve elçilerin söyledikleri, Bizans tarihçisi Dukas tarafindan tafsilatli bir sekilde su ifadelerle nakledilir:
"Budala Bizanslilar, iyi düsünmeden, bos bir fikir ortaya atarak Mehmed'e elçiler gönderdiler. Âdet oldugu üzre elçiler, söyleyeceklerini önce vezire söylerlerdi. Bu elçiler vezire dediler ki: "Imparator Konstantinos her sene kendisine verilmekte olan 300 bin akçayi almaya razi olmuyor. Sizin pâdisahiniz gibi, Osmanogullarindan olan Sehzâde Orhan, kemal çagina ermis bir gençtir. Her gün birçok kimse kendisine gelerek, ona "emîr" diye hitab ediyor ve kendisini pâdisah ilan etmek istiyorlar. Orhan ise bunlara ihsanlarda bulunmak ve kendilerine hediyeler vermek istiyor ise de, parasi olmadigindan ve para istemek için müracaat edecek baska bir yeri bulunmadigindan imparatora basvuruyor. Ya tahsisati iki misline iblag ediniz veya Orhan'i serbest birakacagiz. Osmanogullarini beslemeye mecbur degiliz. Bunlarin, beytülmaldan infak olunmalari gerekir. Orhan'in, tarafimizdan vaki olan tevkifi ve sehirden disari çikmamasi için aldigimiz tedbirler yeterlidir."
Halil Pasa, bunlari ve daha baska sözleri dinledikten ve Pâdisah Mehmed'e söylemek üzere imparator ve senatonun bu tekliflerini duyduktan sonra, elçilere sunlari söyledi: Ey akilsiz ve saskin Bizanslilar! Tasavvurlarinizdaki seytanliklari çoktan bilirdim. Bu bildiklerinizi unutun... Daha dün denecek derecede yakin bir zamanda sizinle yeminle teyid olunmus ahitnâmeyi yaptik ve diyebiliriz ki, mürekkebi henüz kurumamistir. Simdi ise Anadolu'ya sefer yaptigimizi ve Frikya'da bulundugumuzu gördügünüzden faydalanarak, âdetiniz oldugu üzre uydurdugunuz korkuluklari bize göstermek suretiyle bizi ürkütmek istiyorsunuz. Biz, fikir ve kudretten mahrum çocuk degiliz. Elinizden ne gelirse yapiniz. Orhan'i Trakya pâdisahi yapmak isterseniz hiç durmayin. Macarlari Tuna'dan bu tarafa geçirtmeyi düsünüyorsaniz onlar da gelsinler. Siz de daha önce kayb ettiginiz yerleri geri almak için taarruza geçmek isterseniz bunu da yapiniz. Yalniz sunu biliniz ki, bunlardan hiç birine muvaffak olamayacaksiniz. Aksine ellerinizde bulunani da kayb edersiniz. Mamafih, söylediklerinizi pâdisahima arzedecegim, o ne arzu ederse o olacak."
Mehmed, basvezir ile elçiler arasinda konusulan yukaridaki hususlari duyunca çok hiddetlendi. Ancak bunu belli etmedi. Bizans elçilerini kabul ederek, bunlara dedi ki: "Az zamanda Edirne'ye dönmek niyetindeyim. Oraya geliniz, imparatoru ve sehre ait bütün hususlari orada bana söyleyiniz. Istenilen her seyi vermeye hazirim." Mehmed bu sözleri ve daha buna benzer tatli sözler söyleyerek bunlara yol verdi. Birkaç gün sonra Bogazi geçip Edirne'ye gelen Mehmed, Karasu civarinda bulunan köylere, sâdik kölelerinden birini göndererek imparator için tahsis olunan iradin (gelirin) verilmesini yasakladi. Bu gelirin tahsiline memur olanlari ve buna nezaret edenleri oradan kovdu. Bu suretle sadece bir sene bu gelir alinmis oldu."
BOGAZKESEN (RUMELI) HISARI'NIN YAPILMASI
Ikinci Mehmed, gerkek dedelerinin ve gerekse babasinin girismis olduklari büyük ve cür'etli tesebbüsü gerçeklestirmek istiyordu. Tabiat ve cografya, Istanbul'u, dogu ve batidaki Osmanli ülkelerine merkez yapmisti. Kostantiniyye, baska bir devletin elinde kaldikça Osmanli ülkesi, Hiristiyan istilasina açik bulunacagi gibi, Avrupa ile Asya arasindaki bag ve alaka da emniyete alinamazdi. Böylece devlet, tam ve saglam bir vücud olacak yerde, gövdesi ortasindan ikiye bölünmüs olarak parçalanmak tehlikesine maruz kalirdi.
Gerçekten su ana kadar, Osmanlilar tarafindan Istanbul'un fethi için yapilan tesebbüslerin her birinde bir engel çikarak veya çikarilarak muvafakiyet önlenmisti. Fakat burasi, imparatorun elinde bulundukça Osmanlilarin Rumeli'ye tamamen hakim olmalari mümkün degildi. Nitekim, Varna muharebesine gidilirken, Çanakkale'nin ve hatta Sarayburnu ile Bogaza dogru olan yerlerin düsman tarafindan tutulmus olmasi, bu arada Istanbul'un da, düsmani tesvik eden imparatorun elinde bulunmasi yüzünden büyük tehlikeler altinda Ceneviz gemilerine 40 bin duka altin verilerek Rumeli sahiline geçilebilmisti. Su halde, iki kitadaki Osmanli hakimiyetinin, devamli olarak sinsi bir siyasetle, Osmanlilar aleyhinde çalisan Bizanslilar yüzünden, ne kadar korkunç tehlikeler arzettigini hadiseler göstermektedir.
Ikinci Mehmed, Karaman seferinden dönerken Çanakkale Bogazi'nin Frenk gemilerince tutuldugu haberini alinca, Istanbul Bogazi'na gelip babasinin geçtigi yerden Rumeli sahiline geçer. Bu geçis esnasinda, Anadolu Hisari'nin karsisina bir kale yapilmasini emreder. Istanbul'un fethinden baska bir sey düsünmeyen Sultan Mehmed, bütün planlarini onun üzerine koruyordu. Bunun için atilan ilk adim, Bogazkesen Hisari'nin insasi oldu. Askerî ehemmiyeti kadar âbidevî degeri de yüksek olan bu muazzam kalenin insasi, Türk tarihinin varmis oldugu seviyeyi göstermesi bakimindan önemlidir. Dört buçuk ay gibi akil almaz derecede kisa bir zamana sigdirilan bu insaat, gerek tuttugunu koparan bir tesebbüs, teskilât, idâre ve ikmal dehasi olarak hükümdarin; gerek yardimci ve tatbikatçi olarak fikri, madde planinda gerçeklestiren kütlenin yüksek bir teknik seviyesine sehâdet etmektedir.
Osmanlilarin, iki kita arasindaki gidip gelmeleri esnasinda, tehlikelerle karsi karsiya gelmelerinin kazandigi tecrübeleri, henüz kuvvetli bir donanmaya sahip olamayan bu devlet için, Istanbul'a sahip olmaktan baska çare olmadigini ortaya koymustu. Zira tehlikeli durumlar, ancak bu sayede atlatilabilirdi. Böylece, pâdisahin emri üzerine, Karadeniz'den gelecek her türlü yardima mani olmak ve iki sahil arasinda karsidan karsiya geçmeyi saglayabilmek için, Bogazkesen Hisari denilen Rumeli Hisari'nin yapilmasiyla ise baslandi. Sultan Mehmed, Karaman seferinden Edirne'ye döner dönmez, Anadolu ve Rumeli'ye fermanlar göndererek bin kisilik bir insaat ustasi kadrosu ile o miktarda amele ve kireçci istedigi gibi insaata ait malzemenin ilk bahara kadar hazirlanmasini emir ile bogazda bir hisar yaptirilacagini bildirir. Bizans tarihçisi Dukas, bu haber üzerine gerek Istanbul, gerekse diger yerlerdeki Hiristiyanlarin nasil büyük bir telasa kapildiklarini su cümlelerle belirtir:
"Istanbul'da, bütün Asya ve Trakya ile adalarda bulunan Hiristiyanlar, bu haberi duyunca çok üzüldüler. Aralarindaki konusmalarda bundan baska bir seyden bahsetmiyorlardi. Ancak "artik Istanbul'un son günü geldi, milletimizin yok olma çanlari çalmaya basladi. Deccal'in günleri geldi, ne olacagiz? Veya, ne yapalim? Ey Allah'imiz! Canimizi al ki, bu kullarin, sehrin yok olusunu kendi gözleri ile görmesinler. Senin düsmanlarin, bu sehri muhafaza eden azizler nerededirler demesinler." Bu münacati yalniz Istanbul halki degil, Anadolu'da daginik surette ikamet eden, adalarda ve garp vilayetlerinde bulunan Hiristiyanlar aglayarak bagiriyorlardi."
"Kulle-i cedide" diye de isimlendirilen günümüzdeki Rumeli Hisari'nda, Fâtih'in vakfiyesinden anlasildigina göre bir de cami vardi. Bu camide vazife gören imam (hitabet vazifesi dahil), bu hizmete karsilik her gün 6 akça, müezzin (temizlik isleri dahil) 4 akça ücret aliyordu. Adi geçen hisarin yeri tesbite çalisilirken bogazin en dar yerindeki (660 m.) bu noktanin seçimi, askerî sevk ve idare bakimindan önemli idi. Bu yeni hisarin, karsisindaki hisar ile birlikte bogaz geçisini kapatabilmesi tasarlanmisti. Geçisi, makaslama ates ile önlemek ve akintilar yüzünden gemilerin burada, yani hisarin bulundugu kiyiya yaklasmak zorunda kalacaklarindan istifade ediliyordu. Hisar, yaklasan hedefleri toplarinin en uzak mesafesinden karsilayarak, güneyde en uzun mesafeye kadar takip edebiliyordu.
Sultan Mehmed'in kale yaptirmak istedigi mevki, Bizanslilarin Hermaneum Promontarium dedikleri, bogazin en dar yeri olup, milattan bes asir önce Iran Sahi Dârâ, muazzam ordusu ile buradan Avrupa kitasina geçmisti.
Hisarin yapilmasi ile ilgili hazirliklar üzerine telasa düsen imparator, Edirne'ye elçiler gönderdi. Bunlar, aldiklari talimat geregi, Sehzade Orhan'in tahsisatindan bahsetmeyeceklerdi. Pâdisahla anlasabilmek için her fedakârliga katlanacaklardi. Imparator, elçiler vâsitasiyle I. Murad'dan itibaren gelip geçmis bütün pâdisahlarin, Istanbul'un hariminde bir kale yapmak ve hatta bir kulübe bile yapmak istemediklerini, Yildirim Bâyezid'in, Manuel'in muvafakati üzere Türklerle meskun olan Anadolu sahilindeki kaleyi (Anadolu Hisari) yaptirdigini bildirdikten sonra, kale yaptirmak suretiyle Frenklerin gidip gelmelerine mani olmak ve gümrük resimlerini (vergi) hiçe indirip Istanbul'u aç birakmak istedigini beyanla bunu yapmamasi için ne istiyorsa onu vereceklerini bildirmisti.
Sultan Mehmed, imparatorun gönderdigi elçiler vâsitasiyle söylenilen seyleri dinledikten sonra:
"Ben, sehirden bir sey almiyorum. Imparator, sehrin hendeginden disari hiç bir seye malik degildir. Sayet Mukaddes Agiz'da (Bogaz'da) bir kale insa etmek istersem, beni men etmeye hakkiniz yoktur. Her yer benim mülküm altinda bulunuyor. Anadolu yakasinda bulunan kaleler benimdir ve bunlarin içinde oturanlar da Türktürler. Garpta meskûn olmayan yerler de benimdir. Bizans'in orada oturmaya haklari yoktur. Macar Krali üzerimize yürüdügü zaman o karadan gelirken, Frenklerin kadirgalari Ege Denizi Bogazina gelerek Gelibolu Bogazini kapatarak, babamin Trakya'ya geçmesine mani oldular. O zaman babam, Mukaddes Agiz'in yukarisina çikarak babasinin* insa eyledigi kaleye yakin bir yerden Allah'in inayeti sayesinde kayiklar ile bogazi geçti. Binaenaleyh, babamin bogazi geçmek için ne zorluklara katlandigini ve ne sikintilara girdigini pekala bilirsiniz. Babamin, Istanbul Bogazi'ni geçmemesi için imparatorun kadirgalari kesiflerde bulunuyorlardi. Ben, daha çocuktum. Edirne'de oturuyor, Macarlarin gelmelerini bekliyordum. Macarlar, Varna civarindaki yerleri yagma ediyorlardi. Bunlari gören imparatorunuz seviniyordu. Müslümanlar ise izdirap çekiyorlardi. Kâfirler de sevinç ve meserret içinde idiler. Çok büyük tehlikeler ile bogazi geçen babam, karsi tarafa geçer geçmez, Anadolu kiyisinda bulunan kalenin karsisina, garp tarafinda diger bir kale yaptiracagina yemin etti. O, bu yemini yerine getirmeye muvaffak olamadi. Allah'in inayeti ile bunu ben yapmak istiyorum. Neden buna mani olmak istiyosunuz? Memleketimde istedigimi yapmaya gücüm yetmiyecek mi? Gidiniz ve imparatora deyiniz ki, simdiki pâdisah eski pâdisahlara benzemiyor. Onlarin yapamadiklari seyleri bu kolayca yapabilecektir. Onlarin istemedikleri seyleri, bu isteyecek ve yapacaktir. Simdiden sonra bu husus için gelenlerin derisi yüzülecektir."
Dukas'in, bu ifadelerinden anlasildigina göre Sultan Mehmed, Rumeli Hisari'nin insasina mani olmak isteyen Bizans Imparatoru'na, tarihî hadiseleri hatirlatmak suretiyle bu tesebbüsündeki hakliligini isbat etmeye çalisir. Onun için bu isten vaz geçmesinin mümkün olamayacagini tehdid yollu bir tarzda ona bildirir.
Rumeli Hisari'nin yapilmasi hazirliklarina 1451-52 kisinda baslanmistir. Ilkbaharin baslangicinda Mart ayinin sonlarina dogru, Rumeli tarafina Anadolu Hisari'nin karsisina bol miktarda insaat malzemesi, usta, amele ve kireççi gelmisti. Kereste Izmit ile Karadeniz Ereglisi'nden, taslar ise Anadolu tarafindan getirilmisti. Çalismak üzere külliyetli miktarda insan gelmisti. Sultan Mehmed, bu sirada kara yolu ile bogaza gelerek bilirkisilerle (teknik eleman, mühendis) o havaliyi gezdi. Denizin akintisi hakkinda malumat aldi. Iki sahil arasindaki mesafeyi ölçtürdü. Kalenin yapilacagi sahayi kendisi tayin ile hududunu tesbit ettirdi. Bundan sonra bir rivayete öre önce kiyida, hisarin güney-dogu kösesindeki kule insa edilerek malzeme ve çalismalarin selameti emniyete alinmistir.
Fâtih Sultan Mehmed, hisarin duvarlarinin Arapça "Muhammed" kelimesi seklinde olmasini istediginden planini da ona göre tasarlamisti. Buna göre her "Mim" (M) harfinin yerinde bir kule bulunmasini arzuluyordu. Kulelerden ikisi, birbirinin yaninda ve burunun eteginde idi. Üçüncüsü denize daha yakindi. "H" ve "D" harflerinin bulunduklari yerlerde istihkamlar yapildi. Pâdisah, bunlarin yapilmasina özen gösteriyor ve bizzat nezâret ediyordu. Gerçekten üç köseli olarak düsünülen hisarin projesi, bizzat Sultan Mehmed tarafindan tasarlanmisti. Eski an'aneye uyularak, hisarin yapilmasinda devletin ileri gelenlerinden de faydalanildigi ve bunlarin, masraflara katildiklari görülür. Bu insanlarin, kule ve surlarin bir kisminin yapilmasina nezâret ettikleri anlasilmaktadir. Nitekim hükümdar, kale insasini üç vezir arasinda taksim eder. Üç kösenin doguda, yani deniz sahilinde olan bir kösesine akropol olarak gayet metin bir burç yaptirma vazifesini Halil Pasa'ya verdi. Yamaçta, yani güneyde bulunan diger köseye büyük bir burç yapilmasini Zaganos Pasa'ya, ve üçüncü köseye, yani kuzeye düsen tarafa yapilacak burcu da Saruca Pasa'ya verdi. Vezir Sehabeddin Pasa da bütün insaata nezâret etti.
Kaynaklar, Rumeli Hisari'nin, bizzat Sultan Mehmed'in idaresinde 1000 kadar usta ve onun iki misli isçi çalistirilarak dört ay gibi çok kisa bir zamanda (Hammer'e göre üç aydan daha az) tamamlandigini belirtmektedirler. Bununla birlikte insaatin bütün mekan ve safhalarinda çalisanlarin sayisinin, yukarida verilenden daha fazla olduguna isaret edilmektedir. Zira Dukas, "insaati arsin üzerine ustalara taksim etti. Ustalar bin kisi kadardi. Her ustanin yanina iki yardimci koydu. Kale duvarinin iç ve dis taraflarinda da miktari kâfi ustalar ve yardimci ustalar çalistirdi." demektedir. Buna göre 21 Mart 1452'de insaatina baslanan Bogazkesen (Rumeli) Hisari, bes-alti bin kisinin çalismasi sonucunda Temmuz ayinin sonlarinda tamamlandi.
Fatih zamaninda Osmanli
Rumeli Hisari'nin askerî önemi üzerinde duran ve bu konuda epey bilgi veren Hüseyin Dagtekin, adi geçen hisarin, insa edildigi yerin aslinda insaata müsait olmadigini, buna ragmen Osmanli hükümdarinin, günümüz askerî tekniklerine uygun bir sekilde onu nasil mükemmel bir sekilde insa ettirdigini söyle anlatir:
"Gerçekten, Rumeli Hisari tahkimatinin, en gayr-i müsait arazi sartlarina ragmen, kiymetinden hiç bir sey kaybetmeden, bir benzerine güç tesadüf eildebilecek kadar büyük bir maharet gösterilerek, insa edildigi yere ve çevreye intibak ettirilmek suretiyle vücuda getirilmis tipik bir tahkimat örnegi teskil ettigi görülür. Bundan baska, yeni hisarin en mühim bahsi olan bu konuyu islerken kalenin, görülen arazi üzerine yerlestirilmesinde hakim olan askerî görüsün, günümüzün tabiye esaslari hakkindaki görüsleri kadar ileri oldugunu müsahede ettigimizden, besyüz yil önce insa edilmis oldugu halde, modern bilgilerin verdigi görüslerle tedkik etmekte herhangi bir tehlike olmadigini sözlerimize ilave edebiliriz."
Ilk dönem, Osmanli askerî mimarisinin güzel bir örnegi olan bu hisara yerlestirilen silah ve diger mühimmattan bahsetmeden, sadece bu dönemdeki askerî mimarînin ne denli saglam olduguna bir iki örnekle isaret etmek isteriz. Bilindigi gibi, Istanbul'un fethinden önce Yildirim Bâyezid tarafindan, Bogaziçi'nde yaptirilan Anadolu Hisari ile Fâtih Sultan Mehmed tarafindan yaptirilan Rumeli Hisari surlari ve Istanbul'un alinmasindan sonra Theodosius surlarinin stratejik bir noktasinda yapilan Yedikule, Osmanlilarin ilk müstahkem mevkileri hakkinda bize bir fikir vermektedir.
Hisarin insaati esnasinda, deniz tarafindan gelebilecek bir saldiriya ugramamak için, Gelibolu tersanesindeki donanmadan otuz kadar harp ve bir hayli nakliye gemisi bogaza getirilmisti. Bu yeni kaleye top ve topçular kondu. Böylece karsi karsiya bulunan iki hisar sayesinde, bogaz geçisleri kontrol altina alinmis oldu. Hisarin komutanligina Firuz Aga'yi tayin eden hükümdar, onun maiyetine dört yüz yeniçeri askeri ile silah ve cephane verdi. Bundan sonra, Edirne'ye gitmek üzere olan hükümdar, iki gün Istanbul surlarini ve hendeklerini tedkik ettikten sonra buradan ayrilip, Eylül ayinin ilk günü Edirne'ye döner.